“İskenderiye Kütüphanesi’nin alevleri boğucu dumanlarla göğü kaplamıştı. Okuma yazma bilmeyen halk bile yapılan yağmanın farkındaydı.
Bir çoğu ağlıyordu. Yüzbinlerce tomar bilgi, çağlar süren bilgelik …
Tümü yitip gidiyordu zalim alevlerin dudaklarında.
Her bir çıtırtı, ağlayan bir emekti aslında. Kütüphaneci rahiplerde ağlıyordu. Sadece biri sessizdi. Saldırganlar alaycı mağrur zırhlarıyla çevrelerindeydiler. Rahip sessizliğini bozarak arkadaşlarına döndü.
‘Üzülmeyin…Tümü Akaşik Kayıtlarda’ “
Akaşik Kayıtlar
Hafıza, hatırlamak, bilmek ve bu hatıraların geleceğe bırakılması. En ilkelinden en gelişmişine uygarlıkların hepsi bu arzuyu duymuşlar ve böylece anıt yazıtlar, duvar yazıları ve kitaplar doğmuştur.
Yazıyı insanlara Toth’un getirdiği söylenir. Hükümdarlar bu kötü hediyeyi esefle reddettiler. “Birbirini anlayan insanlarımız bu yazıyı kullanarak duygularını sembollerle ifade edecek. Böylece simge duygunun yerini alacak” İtirazları kabul edilmedi. Böylece simgesel dil, insanlığın hafızası oluştu.
Ancak Batılıların pek bilmediği Doğunun gizemleri arasında görüp küçümsedikleri bir diğer konu vardır ki, “Akaşik Kayıtlar” sözleriyle adlandırılmıştır. Bir çok dilde bir çok karşılığı olan bu kavram incelenmeye, öğrenilmeye değer özellikler taşır.
Özellikle ölümle bedeni terk eden ruha inanan hatta tekrar doğuşa ve ölüme inanan insanlar hafızanın beyinde kalamayacağını ruhta da hafıza olması gerektiğini farkettiler. Beden dışı hafıza kavramı böylece ortaya çıktı. Bunu karma prensipleri ve insanın yaptığı iyi, kötü edimleri aynen hem bu hayatında hem de gelecekte taşıyacağı eklendi.
Bu görüşleri kehanetleri esrarengiz güçleri olduğu söylenen mistikler güçlendirdi. Daha olmamış olayları anlatan kahinlere derin bir inanç duyuluyordu artık.
Pekiyi, bu Akaşik Kayıtlarla tam olarak neyi kastediyorlardı? Zaman. Tam olarak zamanı. Geçmişe ve geleceğe doğru akan, yayılan, sonsuz an ve ortada, her şeyin, tüm varoluşun, yaşamın kaynağı sıfır noktası ; ŞİMDİ.
Akaşik Kayıtların tüm zamanı ve tüm bilgiyi kapsadığı kabul edilir. Evrenin hafızası küresel bilgiyle tanımlanır. Yani A olayı olurken X ve Y kişilerinin algı sistemi aynı anda olayı tanımlar.
Elbette kavraması ve kullanılması hayli karışık bir yapıdır bu. Peki bu kadar ısrarla savunulması için deliller nelerdir ?
Mısırlılar, Tibetliler hatta Sufiler farklı isimlendirseler de “Herşeyin Kitabı” anlamında tanımlamalar yaparlar. İnsan kişisel gelişiminin ileri aşamalarında çokça çile ve eğitim sonunda insanın bu ortak alana ulaşabildiği iddia edilir.
Bu öyle bir şeydir ki yerinizden kalkmadan Amerika’da yeni tip bilgisayarlar üzerinde çalışan bir bilimadamının bilgilerine erişmenizi sağlar. Fikrin savunucuları hayvan içgüdülerinin ve alışkanlıklarının sağlam delillerini örnek olarak verirler. Bir türün üyelerinde ansızın ortak tavır değişiklikleri olması bunların başında gelir. Bir adadaki maymunların yiyeceklerini yıkayarak yemeyi öğrendiklerinde diğer adadakilerinde aniden öğrenmeleri, kuş sürülerinin daha doğuştan kendi ortak hafızalarına göre uzun göç yollarını bilmesi, balıkların yumurtlamak için uzun yolları aşması, fil mezarlıkları yine bu ortak hafızadan yararlandıklarına yorulur.
Keza kimilerine göre tekrar doğum vakaları aslında bu ortak bilince geçişin delilleridir. Tibetteki rahiplerin(Lama) büyük ustalarının daha çocukken kendilerine henüz öğretilmiş kutsal yazıları aktarması normal karşılanır.
Bütün bu anlatılanlar nasıl gerçek olabilir? Bilgi evren büyüklüğündeyse ona erişim ve saklama sonsuz arama hızı ve evren büyüklüğünde bir hacim istemez mi?
Düşünün ki bir bilgi çok katmanlı olarak zaman mekan ilişkisiyle saklansın. Her an bir evrenin fotoğrafı demektir. Yeni an, yeni evrenin fotoğrafı….
“Bütün zamanlar şu anda var. Hiçbir şey değişmez evrende. Her şey hem oldu. Hem olacak. Hem oluyor. Sonsuz Şimdi, evrene ve zamana dışardan bakabilmek demek…”
Yıllar önce lazer araştırmaları sırasında hologramlar bulundu. Şimdi her kredi kartında yeralan üç boyutlu görüntü saklayan filmler. Böylece insan aklının bölgesel değil katmansal bilgi saklayabileceği düşünülmeye başlandı. Quantum araştırmaları ise boşluğun hem atomlar arası hem evrensel uzay anlamında boşluğun dinamik olduğunu gösterdi. Atom altı parçacıklar boşluğun şekillendirmesiyle oluşup tekrar ona dönüyorlar.
“Uzayın kendisi o derin boşluk. Sonsuz kütüphane olabilir mi? O kozmozun en başından en sonuna kadar hep varolan değil mi? Herşey onun içinde varolmuyor mu? Herşeyi kapsamıyor mu? Sonsuz potansiyel değil mi? Akaşik Kütüphaneyi orada aramak yanlış mı?”
Hologram fotoğrafların ufak bir bölümü bile kopsa asıl görüntüyü her parça oluşturabilir. İnsan uzayı aklında hissedebilir. Kütüphaneye giriş kapısı aklımızın tırnakla kazınabilecek yaldızının hemen altında olabilir mi?
Gerçekten düşünmeye değer bi soru değil mi?
Kimi düşünürler ise Akaşik Kayıtları farklı anlatır. Bunların en ünlüsü şüphesiz Edgar Cayce’dir. Yüzyılın en ilginç adamları arasında sayabileceğimiz Cayce basit, sade bir adamdır. Ta ki biri onu hipnotize edene dek. O gün aklı bilmesi mümkün olmayan pek çok şeyi şimdi,geçmiş ve gelecek için anlatmaya başlamıştır.
Bu tahsil görmemiş adam daha sonra piyasaya sürülmemiş ilaçları, eski batık kıta Atlantis’i ve pek çok teknolojik gelişimi bu kütüphaneden aktardığını söylemiştir.
Uzakdoğu’nun bakışından bulunduğumuz dünya bir boyut/ bir katmandır. Üst boyutlar, eğitimli hatta anormal şartlar altında sıradan insanlara da açıktır.
Varoluşumuzun bir üst katı kabul edilen Eterik Dünya gerçek dünyaya çok yakındır. Ancak rüyalarda gezdiğimiz Astral Dünya farkındalığımızı kaydırdığımız rüya bedene hitap eder. Akaşik Kayıtların bu boyutun bir parçası olarak görülmesinde ısrar ederler.
Tek Tanrılı dinler, özellikle İslamiyet’te bu üst kata, Levh-i Mahfuz’a (üzerlerinde sayılar olan saklı levhalar ya da sayısallaştırılmış kitap)a üstü kapalı atıflarda bulunur.
Öyleyse, kitapların en büyüğünü yaşamı, yalnızca dünyayı değil tüm evreni içeren bu eşsiz kitaba yeni gözlerle bakmak kitabın sayfalarından birini yaşadığımızı bilmek güzel ve heyecan verici bir düşünce olacak.
Kaynakça:
http://www.brassunicorn.com/index.asp?PageAction=VIEWPROD&ProdID=37953
EK: Vikipedi
Akaşik kayıtlar (akashic records), evrende meydana gelen her olayın, her hareketin yok olmadığını, hepsinin izlerini bıraktığını ve kaydolduğunu ileri süren tezoflarca kullanılan bir terimdir. Terim Hintteozofisindeki “evrendeki tüm uzayı kapsayan temel esîrî cevher” olarak tanımlanan “akaşa” sözcüğünden Batılı teozoflar tarafından türetilmiştir. Bu görüşe göre, nasıl evrende hiçbir madde dönüşümler geçirmekle birlikte yok olmazsa, hiçbir hareket ve olay da yok olmayıp akaşa denilen süptil cevhere kaydolur.
Budizm’de akaşa, bu kayıtlanma olayının kapsamıyla ilgili olarak iki türde ele alınır:
1- Kişisel akaşa: Kişinin duyguları, algıları, zihinsel oluşumları, bilinç hareketleri, fiziksel biçimi vs. ile ilgili bireysel akaşa.
2- Maddi her şey ile ilgili olan sınırsız akaşa.
Batı teozofisine göre akaşa ya da akaşik kayıtlar her düşüncenin, her eylemin, her sesin, her ışığın vibrasyonlarının kaydolduğu, özetle, fiziksel alemden yansıyan tüm tesirlerin seri ve dakik bir biçimde yoğunluklarına göre sınıflanıp kaydolduğu sınırsız ve ebedi bir arşivdir. Batı teozofisinin kurucusu olan ve akaşa sözcüğünü Batı’ya aktaran H.P. Blavatsky’ye göre “kişisel akaşik kayıtlar”ın yanı sıra, her gezegenin “gezegensel akaşik kayıtlar”ı mevcuttur ki, Rudolf Steiner ve Edgar Cayce gibi ünlü medyumların Dünya tarihinin bilinmeyen geçmişiyle (Atlantis, yedi kök soy vs.) ilgili olarak aktardıkları bilgileri, bu “gezegensel akaşik kayıtlar”la irtibata geçerek aktardıkları ileri sürülür. Kimileri Kur'an’daki Levh-i mahfûz kavramını akaşa kavramıyla ilişkili olarak yorumlarlar.
Spiritüalistler kişisel akaşik kayıtlar yerine serbest hafıza terimini kullanırlar ve sınırsız akaşa kavramına sıcak bakmazlar. Çünkü spiritüalist anlayışa göre, bir vibrasyonun varlığını akaşik teorideki gibi ebediyen sürdürmesi maddesel olarak imkânsızdır.
Derlenmiştir
.