30 Eylül 2012 Pazar

Doğru Yaşam İçin Dört Anlaşma: Toltek Bilgeliği


Kendinizle, başka insanlarla, Tanrıyla, toplumla, anne ve babanızla, eşinizle, çocuklarınızla, yaşam rüyanız ile binlerce anlaşma yaptınız. Bu hayata gelirken ve geldikten sonra. Ama bunların içindeki en önemli anlaşmalar, kendinizle yaptığınız anlaşmalardır. Bu anlaşmalarda kendinize kim olduğunuzu, ne hissettiğinizi, neye inandığınızı ve nasıl davranacağınızı belirlediniz. Sonuca kişiliğiniz diyorsunuz.

Bu anlaşmalarda şunları söylüyorsunuz: “Ben buyum. Bunlara inanıyorum. Bazı şeyleri yapabilirim, bazı şeyleri yapamam. Bu gerçek, bu fantezi. Bu mümkün, bu imkânsız”.

Tek bir anlaşma büyük bir problem yaratmaz, ama bizim acı çekmemize, yaşamda başarısız olmamıza neden olan birçok anlaşmamız var.(binlerce) Bu anlaşmaların çoğunu büyürken farkında olmadan toplumsal ve aile içindeki şartlanmalarla yaptık. Hepsinin tek tek farkına varabilmek ve teker teker değiştirebilmek zor ve çok uzun bir süreç. Ama genel olarak bu anlaşmaları dört temelde toplayabiliriz. Ve onların yerine geçecek olan dört yeni anlaşmayı kendimizle yapabilirsek değişim başlar. Eğer olumlu ve haz dolu bir yaşam sürmek istiyorsanız, korku temelli anlaşmalarınızı feshetmek ve sevgi temelli anlaşmaları hayatınıza yerleştirmek zorundasınız. Bireysel gücünüze sahip çıkabilmenin yolu buradan geçiyor. Korku temelli anlaşmalar sizin enerjinizi tüketmekle meşgulken, bireysel gücünüze sahip çıkabilmeniz, hatta anlaşmaları fark edip değiştirebilmeniz bile mümkün değil. Bu dört sevgi temelli anlaşmayı yapabilirseniz bireysel gücünüze sahip çıkabilirsiniz.


1. Kullandığınız Sözcükleri Özenle Seçin.

En temel ve en zor anlaşma budur. Kullandığınız sözcüklerde kusursuz olabilmek. Sözlerimiz arı, kusursuz, eksiksiz olmalıdır. Sözler sizin yaratma gücünüzdür. Sözleriniz, size doğrudan Tanrıdan gelen armağanlardır. Bir tek söz ile savaşlar çıkabilir, gönüller kırılabilir veya kalpler fethedilebilir. İnsan zihni sürekli tohumların ekildiği verimli topraklar gibidir. Tohumlar düşünceler, fikirler ve kavramlardır. Söz tohum gibidir. Bu verimli topraklara korku tohumları ekmeyin ve ekilmesine izin vermeyin! Günah, kendi doğana karşı yaptığın her şeydir. Kendi varlığına karşı hissettiğin, inandığın ya da söylediğin her şey günahtır. Herhangi bir şey için kendini yargıladığında veya suçladığında kendine karşı olmuş olursun. Günahsız olmak bunun tam karşıtıdır. Saflık, arılık, kendine düşmanca davranmamaktır. Günahsız olmak, davranışlarının sorumluluğunu üstlenmek ama kendini yargılamamak ve suçlamamak anlamına gelir. Bu bakış açısıyla günah kavramı ahlaki ve dinsel bir şey olmaktan çıkar, sağduyunun sesine dönüşür. Günah kavramı kendini reddediş ile ortaya çıkar. Bu insanı ölüme götürür ve günahsız olmak ise yaşama yöneliktir. Kendimizi sevmek, yaptığımız her şeyi kendimiz adına onaylamak, kendimiz hakkında yargılarda bulunmamak günahsızlığı ve saflığı getirir. Başkalarına karşı onların kendilerini yargılamalarına neden olmayacak sözleri kullanmak, kendimiz için günahsız sözler kullanmak demektir. Onlarında bana karşı sözleri aynı şekilde olacaktır. Enerjinizi sevgi dolu ve günahsız sözlerden yana kullanırsanız, çoğalır ve büyürsünüz. Özgürleşirsiniz. Kendinizi yargılayacağınız sözler size gelmemeye başlar, bu günahsızlaşmaktır. Bu sözler sizi arındırır ve özgürleştirir.

Oysa bizler tam tersi bir davranışı alışkanlık edinmiş durumdayız. Sürekli kendimizi yargılarız, kendimize bile yalan söyleriz, duygularımızı reddederiz, toplumun bizi yargılamasından korkar, önce kendimiz kendimizi yargılarız. Duygularımız saf bir sevgi içerikli bile olsalar bazen bizi korkutur ve biz onları yalanlamayı, reddetmeyi seçeriz. Oysa kızgınlıklarımızı, kıskançlıklarımızı, çekememezliğimizi ve nefretimizi ifade etmekten çok çekinmeyiz. Toplum bunlar nedeni ile bizi çok yargılamaz nasılsa diye, ifadelerimizdeki yönelişlerimiz daha çok bu yoldadır. Oysa bu tip ifadelerimiz ne büyük etkilere ve günahlara sahiptir, fark etmeyiz.

Çocuklarımıza bile farkında olmadan olumsuz ifadeler kullanır ve genellikle, bu yaptığımızla onların hayatları boyunca etki altında kalacakları, yaptığımız neredeyse kara büyünün farkında bile olmayız. Örneğin çocuğumuzun bir şarkıyı söylerken, şaka yollu ne çirkin sesin var, ya da aman hiç beceremiyorsun tipli takılmalarımız onun hayatı boyunca kendi sesine olan güvensizliğine, toplum önünde konuşmaktan çekinmesine, kendine güvenmemesine neden olacak bir anlaşmayı kendiyle yapmasına neden olur. Bu anlaşmayı çocuklarına aktaracak, toplum içinde pek çok kişinin konuşmalarını, şarkılarını beğenmeyerek hayatı da zevk alınır bir şekilde yaşamaktan uzaklaşacaktır.

Siz etrafınıza bu tip olumsuz ifadeleri yaydığınızda, etrafınızında yaratımları hep bu şekilde olumsuz olacağından, dönüp size ulaşan gene sizin yaydığınız benzerleridir. Yıllar boyu hem başkalarının sözleri aracılığı ile dedikodu ve kara büyünün etkisine gireriz, hemde kendimizle ilgili kendimizin söylediği sözlerle aynı olumsuz etkiyi yaratırız. Kendi sözlerimizle kendimizi esir eder, kendimizi yargılar, mutsuzluğumuzu yarattığımız gibi günahkârlığımızı ilan eder ve kendi cehennemimizi yaratırız.

Birinci anlaşmaya uyar ve sözlerimizi özenle seçersek, bir süre sonra zihnimiz ve bireysel ilişkilerimizdeki iletişimimiz duygusal zehirden arınacaktır. Mutluluk, özgürlük, başarı ve bolluk bilincine doğru ilerleyiş sadece sözlerimizi özenle seçmeyle bize gelir.


2. Hiç Bir Şeyi Kişisel Algılamayın

Etrafınızda olan biten hiç bir şeyi kişisel algılamayın. Örneğin biri size aptal demiş olsa bile, bu sizi değil karşınızdakini ilgilendirir. Çünkü herhangi biri sizin aptal olduğunuz yargısını ortaya koyacak bir güce ve yetkiye sahip değildir. Bu ancak kendi karşılaştırmaları, kendi hayat algılayışı, kendi bilgi, duygu düşünce düzeyi ile yaptığı bir yargılamadır. Genel olarak da kendi yetersizliğini görerek sizi yargılamıştır. Bu nedenle size söylenen bu sözü bile kişisel algılamayın! Size söylenen şeye katılırsanız, kişisel olarak algılamış olursunuz ve bu sözle anlaşma yapmış olursunuz. Zaten bu güne kadar hep böyle olumsuz anlaşmalar yapmıştınız! Bundan sonra yapmayın! Hiç bir şeyi kişisel algılamayın!

Oysa bizler tüm eğitim sürecimiz boyunca her şeyin merkezine kendimizi koyarak (bencilliği öğrendik, egomuzu yükselttik daima), etrafımızda olan her şeyi de kişisel algılamayı öğrendik. Oysa diğer insanlar merkeze sizi koyarak hiç bir şey yapmaz (sizin başkasını merkezinize koyarak bir şey yapmadığınız gibi). Yaptıkları her şey kendileriyle ilgilidir. Yani herkes kendi rüyasını yaşar. O zaman etrafınızda olan biteni, size doğru bile olsa söylenenleri nasıl kişisel algılayabiliyorsunuz ki? Bunun kadar büyük bir çelişki daha var mı?

Durumun son derece kişiselmiş gibi göründüğü anlarda bile, başkaları size direkt olarak hakaret ediyor olsa bile, yinede sizinle ilgisi yoktur. Söyledikleri ve yaptıkları şeyler, dile getirdikleri fikirler kendi zihinlerinde yaptıkları anlaşmalar doğrultusundadır. Kişilerin bakış açıları, ehlileştirme sürecindeki programlamalarından oluşur.

Aynı şekilde, sizin hissettikleriniz ve yaptıklarınızda kendi bireysel rüyanızın, kendi anlaşmalarınızın bir yansımasıdır. Sizin söyledikleriniz, yaptıklarınız ve sizin fikirleriniz sizin anlaşmalarınız doğrultusundadır. Fikirlerinizin başkalarıyla ilgisi yoktur. Sizin kim ve ne olduğunuzu bilmeniz yeterlidir. Kabul görmek, onaylanmak gibi bir ihtiyacınız yoktur. Başkalarının size kim olduğunuzu söylemesi imkânsızdır. Siz ancak kendiniz kendinizi bilebilirsiniz.

Filminizi, Yaşamla yaptığınız anlaşmalara uygun olarak yaratırsınız. Sizin bakış açınız sizin için kişiseldir, sizin gerçeğinizdir, başka hiç kimsenin değil. Bu yüzden birisine kızarsanız aslında kendinizle uğraşıyorsunuz demektir. Kendi korkularınız var demektir. Karşınızdaki kişi bu kızgınlığın oluşması için sadece bir mazeret yaratmıştır. Korkularınız yoksa kızmanızda mümkün değildir. Sevgiyle yaşadığınızda, sevgi olduğunuzda, korkularınız silinir ve asla kızmazsınız! Sevgi olduğunuzda mutlu ve huzurluda olursunuz. Bu yaşamla yaptığınız anlaşmalardan mutlu olduğunuz anlamına gelir!

Biri size harika olduğunuzu söylerse kişisel algılamayın, bu o kişinin harika olduğu ya da o anda harika hissettiği anlamına gelir! Sizin kendinizi harika hissetmeniz için başkasının yapacağı onaylamalara ihtiyacınız yok ki… Siz kendinizle konuşun, zihninizle konuşun ve kendinizin harika olduğunu kendiniz görün! Zihnimiz, tanrı boyutunda varlığını sürdürür. Bu realiteyi yaşar ve bu realiteyi algılar. Zihin uyanık realiteyi de gözlerle görür ve algılar. Aynı zamanda gözle görünmeyenide görür ve algılar. Mantık, bu ikinci algılamanın pek farkında olmaz.

Zihnin programlanmasında yapılan her bir anlaşma ayrı bir varlık gibidir. Çoğu kezde bu anlaşmalar birbiri ile uyum içinde olmaz. Her bir varlığın kendi sesi vardır. Birbiri ile çelişenler çoğaldıkça zihnin içinde büyük bir savaşa dönüşür. Her bir varlık bir ağızdan konuşmaya başlar ve büyük bir problem yaşanır. İnsanın ne istediğini, nasıl istediğini ve ne zaman istediğini bilmekte zorlanmasının nedeni budur. Zihnin çelişkilerinin üstesinden gelebilmenin tek yolu, tüm anlaşmalarımızın dökümünü yapmak ve çelişkileri bulup ortaya çıkarmaktan geçer.

Hiç bir şeyi kişisel algılamayın. Alay edilme ve reddedilme korkusu olmadan istediğiniz kişiye seni seviyorum diyebilirsiniz. İhtiyacınız olan şeyi rahatlıkla isteyebilirsiniz. Suçluluk duygusu ya da öz-yargılama olmaksızın evet ya da hayır diyebilirsiniz. Daima yüreğinizin götürdüğü yere gitmeyi seçebilirsiniz.


3. Varsayımda Bulunmayın

Varsayımlarda bulunmanın problemi, varsayımlarımızın gerçek olduğuna inanmamızdır. Varsayımda bulunursunuz ve kişisel algılarsınız. Ve sonuçta kocaman bir dram yaşamaya başlarsınız.

Çünkü doğrunun ne olduğunu bilmemekten, karşımızdaki kişiyi açıklığa davet etmekten korkuyoruz. Gerçeği duymaya cesaret edemediğimizde ya da açıklama istemekten korktuğumuzda varsayımlarda bulunuyoruz. Sonrada varsayımlarımızın doğru olduğuna inanıyoruz. Bu inançlarımızla varsayımlarımızı savunarak, başkalarını yanlış ya da haksız kılmaya çalışıyoruz. Ama zihnimizin içindeki, çelişen anlaşmalarımızdan doğan kaos, her şeyi yanlış yorumlamamıza ve yanlış anlamamıza yol açar. Konuşarak sormak ve gerçeği öğrenmek, varsayımda bulunmaktan çok daha iyidir. Böylelikle gerçeğin yakınından teğet bile geçmeyen rüyalar görmekten kurtuluruz.

İlişkide varsayımlar kavgalarımızın, zorluklarımızın, sevdiğimizi iddia ettiğimiz kişileri yanlış anlamamızın nedenidir. Çocukluğumuzda yaptığımız anlaşmalar genel olarak şöyle der: “Soru sormak güvenli değildir”. “Eğer birisi beni seviyorsa, ne istediğimi, neler düşündüğümü ve hissettiğimi bilmelidir.”. Bu anlaşmaları kabul etmişizdir ama yanlış anlaşmalardır. Herkes hayatı bizim algıladığımız gibi algılamaz. Herkesi rüyası ve gerçeği farklıdır. Sizin onun gerçeğini görebilmek için sormaya, başkalarının sizin gerçeğinizi görmelerini sağlamak için ise anlatmaya ihtiyacınız vardır.


4. Daima Yapabildiğinizin En İyisini Yapın

Bu anlaşma, diğer üç anlaşmanın kalıcı alışkanlığa dönüşmesini sağlar. Her koşul altında daima yapabileceğinizin en iyisini yapın. Şunu da daima hatırlayın: An, her an değiştiği için asla “en iyiniz” olmayacaktır. Hep daha iyisi olacaktır

Yapabildiğinizin en iyisini yaptığınızda, harekete geçersiniz. Her eylemi, her hareketi, her çabayı zevk aldığınız için yaparsınız, bir ödül beklediğiniz için değil.

Her koşul altında en iyisini yapmak, bizi suçluluk duygusundan kurtarır, kendinize saygı duymanızı sağlar ve bu enerjiyi bulamıyorsak da hiç yapmamak en iyisidir. İşin büyüğü küçüğü olmaz.

Ama ödül beklemek ve görev olduğu için değil, her işi hayatımızın son edinimiymiş gibi dikkatli ve erinç içinde yapmak esastır. Kötü, rutin ve boş iş yoktur. Hepsi kusursuzluğa bizi götürecek adımlardır. Eğer zaten yapmak zorundaysak, bunu zevkli bir oyun haline getirmek en güzeli olmalı. Ve bunu yaparken risk almak, ritüele dönüşmesine, otomatikleşmesine izin vermemek gerekir.

“Seni seviyorum Tanrım” demenin en iyi yolu, yaşamınızı en iyisini yaparak yaşamanızdır.

“Teşekkür ederim Tanrım” deminin en iyi yolu, geçmişi özgür bırakarak, anda yaşayabilmek, şimdi ve burada olabilmektir.


Sonuç:

Yaşam sizden neyi alıyorsa, bırakın gitsin. Aktif bir teslimiyet duygusu içinde geçmişi bıraktığınızda, anda dolu dolu, canlı olmanıza izin verirsiniz. Geçmişi bırakmak demek, şu anki rüyanızdan haz alabilmeniz demektir.

Siz bu dünyaya mutlu olmak için geldiniz. Sevmek için, haz almak için, sevginizi paylaşmak için geldiniz. Bunlar sizin yaşam hakkınız. Şu anda yaşıyorsunuz. Bu haklarınızı kullanın ve yaşamdan zevk alın. İçinizden akıp geçen yaşama tepki duymayın. Çünkü içinizden akıp geçen yaşam Tanrıdır. Sizin varlığınız, Tanrının varlığının kanıtıdır. Sizin varlığınız yaşamın ve enerjinin kanıtıdır.

Yaşamınızdaki canlılık, üretkenlik, sevecenlik Tanrının size “Hey, seni seviyorum” demesidir.

Ayağa kalkın ve insan olun. Kadın ya da erkek olmanın onurunu hissedin ve cinsiyetinize saygı duyun. Bedeninize saygı duyun, bedeninizden haz alın, bedeninizi sevin, besleyin, temizleyin ve iyileştirin. Egzersiz yapın ve bedeninizin kendisini iyi hissetmesini sağlayın. Bu siz ve Tanrı arasında bir iletişimdir.

Bedeninizin her parçasına sevgi gösterdiğinizde, zihninize sevgi tohumları ektiğinizde, bu tohumlar büyüdüğünde tüm varlığınıza sevgi ve saygı duyacak, yoğun bir onurluluk duygusunu ruhunuz, bedeniniz ve zihninizde hissedeceksiniz.

Her an sevecen olabilirsiniz. Bu bir seçimdir. Sevmek için bir neden olması gerekmiyor. Sevmek sizi mutlu kılar. İfade edilen sevgi mutluluk verir. Size dinginlik ve iç barış getirir. Her şeyi sevginin gözleriyle görebilirsiniz. Sevgiyle yaşadığınızda zihninizdeki sis, kaos yok olur.


Kaynak: Don Miguel Ruiz / Dört Anlaşma - Toltek Bilgelik Kitabı

.

29 Eylül 2012 Cumartesi

Evrensel Karma Yasası


Karma कर्म kelimesi Sanskritçe Kri kökünden gelmektedir. Kri sözcüğü “faaliyet” demektir. Böylece Karma kelimesi “faaliyet”, “eylem”, “hareket”, “edim” veya “aksiyon” anlamına gelmektedir. Karma kelimesinin isim olarak tam şekilde söylenişi Karman’dır.

Daha geniş felsefi bakış açısından Karma sözcüğü “etkiyi izleyen tepki” anlamında kullanılmaktadır. Veda edebiyatında Karma kelimesi 'evrensel eylem yasasını' ifade etmek için kullanılan bir sözcüktür. Evrensel eylem yasası kısaca bu şekilde açıklanabilir, insanın her eylemi bir etki yaratmakta ve bu etkinin ardından bir tepki gelmektedir.

Evrensel eylem yasası çok iyi bilinen “ne ekersin, onu biçersin” sözüyle ifade edilmektedir. İnsan ne verirse, onu geri alır. Karma yasası “almak için ver” prensibini de içermektedir.

Karma yasası bumerangın işleyişine benzemektedir. İnsanın dışarıya fırlattığı her şey kendisine geri dönmektedir. “Benzer benzeri çeker” prensibi de bu esasa aittir. İnsanın ürettiği negatif eylemler negatif sonuçlar doğurur, pozitif eylemler ise pozitif neticeler getirir.Karma evrenin nihai yasası ve doğada var olan tüm diğer kanunların temelidir. Karma, varoluşun fiziksel, zihinsel ve enerjisel düzeylerinde sonucu nedene göre ayarlayan yanılmaz bir yasadır. Her sonuç nedenine adilce ayarlanmaktadır. Karma fiziksel boyutta bozulmuş dengeyi, ahlaki boyutta ise bozulmuş uyumu onarmaktadır.

Böylece, Karma yasası evrensel olarak ve tarafsızca, hem doğada hem de insan ilişkilerinde çalışır. Evren denge ve uyum olmadan var olamaz ve evrenin büyük döngüsel düzeninde Karma yasası evrensel denge ve uyumu sağlamaktadır.

Karma yasası hem egzoterik (açık) hem de ezoterik (gizli) düzeylerde gerçekleşmektedir. Egzoterik düzeyde aksiyon ve reaksiyon daima eş ve karşıttır; Karma nedensellik yasası veya neden ve sonucun dengesi olarak ortaya çıkmaktadır. Ezoterik düzeyde ise insanın yaptıklarının karşılığını almasını sağlayan ahlaki adalet yasası olarak işlemektedir.

Yoga yolunda insan Karma yasasını idrak etmekte, uygun şekilde davranmakta ve evrensel yaşamın uyumunu bozmamaktadır. Böylece bireysel yaşamında edimleri, evrensel düzeni bozmadığı için denge ve uyum içinde yaşamaktadır. Birey pozitif eylemleri sayesinde pozitif potansiyelini artırmakta ve evrensel güçlerden yararlanmaktadır.

Sıradan bir insan ise doğanın uyumunu sağlayan yasaya karşı geldiği için kozmik dengeyi onarmaya çalışan yasa tarafından ezilmektedir. Karma yasası çiğnendiğinde, birey kaderin bağlayıcı ve acı verici olduğunu deneyimlemektedir. Bireyin yaşamı olumsuz eylemlerinin harekete geçirdiği sonuçlar tarafından karmakarışık olmaktadır.

Karma yasası hem evrensel hem de bireysel seviyede fiziksel alanda olduğu kadar, ahlaki alanda da uyumun ayarlanma ve dengenin onarılma prensibidir. Bu yasa bireysel ve toplumsal eylemlerin hak edilen sonuçlarını geri verir. Her sonuç nedenine adilce ayarlanmakta ve bozukluklar oluşunca evrensel uyum yeniden sağlanmaktadır.

Tüm düşünceler, duygular ve edimler kaçınılmaz sonuçlara neden olmaktadır. Bazı inançlara göre, her şey önceden düzenlenmiş ve insanın kaderi doğuştan belirlenmiştir; “alın yazısı asla silinemez”. Bu, kaderçilik doktrinidir. Bu doktrin gerçekleri tam şekilde yansıtmasa da belirli gerçeklere dayanmaktadır.

Her şeyden önce, kimse önceden bizim kaderimizi belirlememiştir. İnsan kendi eylemleriyle kendi kaderini kendi belirlemektedir. Önceki hayatlarda yaptıklarımız bu yaşamda karşımıza çıkmaktadır. Eğer insan bu yaşamda kaderini veya Karma’sını değiştirmek için çabalamazsa, o zaman gerçekten de “alın yazısını silemez”. Fakat Yoga yolunda insan karmik etki-tepkilerin farkına varmakta ve Yoga teknikleri aracılığıyla edimlerini pozitifleştirerek kaderini olumlu bir şekilde değiştirebilmektedir.

Karma yasasının ilkeleri evrenseldir. Karma yasasını anlamak için belirli dinsel inanç ya da dogmalara bağlı olmak gerekmez. Tam tersi, insan tüm batıl inançlardan arınmadan Karma yasasını idrak edemez.

Karma gerçeği bazı kişileri eyleme geçmekten alıkoyabilir, çünkü yapılan hatalara karşı verilen tepkiler altından kalkılamayacak ağır olabilir. Öte yandan yaşamak ve tekamül etmek için insanın eylemlerde bulunması şarttır. Hata yapmadan kimse öğrenemez. Gereken eylemlerden kaçınmak başka tür problemler doğurabilir.

Bazı kişiler eylemlerin tepkilerinden kurtulmak için eylemsizliği tercih etmektedir. Ama bu tutum insanı Karma yasasından kurtaramaz, çünkü insan nefes alıp verirken bile Karma üretmektedir. Eylemlerin doğurduğu etkilerden kurtulmak için insan Akarma tarzda eylemlerde bulunmalıdır.

Akarma kelimesi Sanskritçe “eylemsizlik” demektir. Fakat daha geniş felsefi bakış açısından Akarma sözcüğü 'tepki üretmeyen eylem' anlamında kullanılmaktadır. Eylemlerin Akarma düzeyine ulaşması için insan Yoga uygulamalıdır. Yoga sayesinde insan sezgilerini geliştirmekte ve nerede eyleme geçmesi, nerede geçmemesi gerektiği hususunda uzmanlaşmaktadır. Birey içini pozitif enerjiyle ve çevresini sevgiyle doldurarak, eylemleri konusunda şüphelerini gidermekte, düşüncelerine netlik kazandırmakta ve eylemleri olumsuz etkileyen gerilimden kurtulmaktadır.

Karma yükünden kurtulmak için birey Yoga yolunda eylemlerini beklentisiz ve eylemlerin getirdiği meyvelere bağlanmadan icra etmelidir. Bu iki prensibe göre hareket etmek hiç de kolay değildir. İnsan her zaman yaptığı işinden bir şeyler bekler. Aksi takdirde, neden hareket etsin ki? Beklediği sonuçları aldığında da onlara bağlanır. Böylece birey yaptığı eylemlerin sonuçlarına katlanmak zorundadır. Genelde insanlar dünyevi zevkler için hareket eder ve çoğu zaman ıstırapla karşılaşır, çünkü eylemlerin sonuçlarını her zaman kestirmek kolay değildir. İnsan olumlu bir eylem sonucu zevk alabilir ama sonuçlara bağlanırsa bir gün onları kaybettiğinde ıstırap çekebilir. İnsan olumsuz eylemleri neticesinde neşelenebilir de, ancak acı verici tepkiler kaçınılmazdır. Bu etki-tepki zincirinden kurtulmak için eylemler beklentisizce icra edilmeli ve bunların meyvelerine bağlanılmamalıdır.

Yoga teknikleri doğru ve düzenli bir şekilde uygulanırsa, birey karmik tepkilerden kurtulabilir. Bu, kavrulmuş bir tohumun filizlenmemesine benzemektedir. Birey Yoga ateşi aracılığıyla karmik tohumları kavurmakta, onların filizlenmesini engellemekte ve böylece karmik tepkilerden kurtulmaktadır.

Karmik tepkilerden kurtulmak için birey yaptığı işin meyvelerinden vazgeçmelidir. Yoga yolunda bu tutum doğal olarak gelişmektedir. Birey geçici beden değil, ebedi ruh olduğunu idrak edince eylemlerin sonuçlarına bağlanmamaktadır. Eylemlerinin sonuçlarına bağlı olmayan insan bu eylemlerin karmik tepkilerinden de azattır. Karma'dan kurtulmak için bu tutum geliştirilmelidir

 -Karmanın Kimyası

Karma, Hinduizm, Budizm, Jainizm, Sihizm ve Teozofi’de kullanılan bir terimdir. Sanskrit dilinde “yapmak, eylemek, bir fiilde bulunmak” anlamındaki “kri” sözcüğünden türetilmiştir. Karma sözcüğü farklı sözcüklerle birlikte kullanılarak, karma yasası, karmik plan, karmik telafi gibi farklı anlamlara gelen terimlerin oluşturulmasında kullanılmıştır. (Fakat karma felsefesi diye bir terim yoktur; karma, Budist felsefedeki ve Hindu felsefesindeki bir kavram ve bir yasadır.)

Karma; hem fiziksel hem de zihinsel her türlü eylemin sonuçlarının kaçınılmaz olduğunu ifade eder; düşündüğümüz her şey ya da yaptığımız her eylemin sonuçlarının, bizi bu yaşamımızda ya da sonraki yaşamımızda etkileyeceğini söyleyen bir kuraldır. Yani; gerçekleştirmiş olduğumuz, fiziksel ya da zihinsel her türlü eylemin etkilerini şu anki gerçek yaşam içinde görmesek bile, bir sonraki yaşamımızda bu etkiler mutlaka kendini gösterecektir.

Hint dinlerindeki Karma öğretisi, “yeniden doğuş” inanışı olan Samsara ile bağlantılıdır. Sebep –sonuç (etki-tepki) ilkesinin geçerliliği ruh var oldukça devam eder. Hinduizm, Budizm ve Jainizm‘de Karma; herhangi bir eyleminin veya düşüncenin sonucunun, her şekilde sadece o kişiyi etkilediğini ifade eder.

Karma, Tanrı’nın ya da dünyada bir hâkimin hüküm vermediği, “ilahi bir lütuf” ya da “ceza” olmadan, kişinin kendini değerlendirdiği bir öğretidir.

Yeniden Doğuş Döngüsünü (Reenkarnasyon) sadece kötü eylemlerde bulunup, kötülük düşünenler değil, aynı zamanda iyilik yapıp, temiz niyetli olanlar da yaşayacaklardır. Son amaç ise bu şekilde devam etmeden, Karma’nın sona ermesidir.

Budizm’deki Karma öğretisini anlamada “kendin-değil” ve “Koşullu Oluşum” kavramları önem taşır. Budist öğretisine göre (Dharma); “Ben” ifadesiyle bir insanı tek bir ruh olarak sınırlamak, gerçekliğe uygun değildir. Bir insan, sadece kendi varlığıyla ya da ruhuyla ifade edilmesinden çok daha fazlasıdır. İnsan varlığının ait olduğu, sürekli değişen beş yaşamsal durum başlıkları şunlardır: iç organlarının da dâhil olduğu somut bedeni; duyguları; dünyevi çıkarları; ilgi, arzu, özlem, amaç gibi ruhsal istekleri ve son olarak bilinçli olmasıdır. Bu sürekli değişen durumlar koşullu oluşumun kanunudur. Her eylem, maddelerden ruha kadar dünyadaki her şeyi yeniden düzenler.

Karma bu durumda, budist yazarlar tarasından “esas, temel, asıl” şey olarak kullanılır. Bu anlamda, ruhani istekler, dünyanın yaratılışı ve onu takip eden düşünceler ve eylemlerin anlamını ifade eder. Tüm eylemler ve düşünceler, Karma’yı oluşturur ve karmaşık dünyaya yön verir. Budist öğretisinin amacı, Karma’ya daha fazla yol açmamak ve bu döngüye bir son vermektir. Bunun için yapılması gereken ilk adım, Karma bağlığına yol açan, ruha zararlı üç sebebi anlamaktır. Bunlar; Hırs (Lobha), öfke ve nefret (Dosa), cahillik (Moha) olarak sıralanır. Olumlu Karma için üç yol ise; alçak gönüllülük, insaniyet (şefkat, iyilik) ve anlayıştır.

Bir eylem sonucunda oluşan Karma’nın niteliğini, o eylemi yapmanın temelindeki amaç (Cetana) belirler. Budist öğretisine göre, bedensel eylem türlerinden olan düşünce ve konuşma, Karma’da büyük önem taşır. Karma etkisinin oluşum zamanıyla ilgili üç farklı Karma türü vardır:-Yaşandığı esnada oluşan Karma (Pali dilinde: Ditthadhamma-vedaniya-kamma)-Önceki yaşamda oluşan Karma (Pali: Upapajja-vedaniya-kamma)-Sonraki yaşamda oluşacak Karma (Pali: Aparapariya-vedaniya-kamma)

Bazı eylem ve davranışlar, sonucunda Karma oluşturmayabilir. Gereken durumlarda bu etki yaşanmayabilir veya önemsiz ölçülerde şiddete karşı tepki olaylarında, örneğin; iyi niyetler olumsuz sonuçlardan fazla olduğu zamanlarda, Karma etkisi oluşmayabilir. Bu durumda etkisiz Karma (Pali: Ahosi-kamma) söz konusudur.Karma etkisi farklılıklar gösterebilir:“Yeniden doğuş” ile oluşan Karma Janaka-kamma: Yeniden doğuşla (reenkarnasyon) ve bulunduğu topluluğun koşullarıyla sınırlı yaşanır.

-Yardımcı Karma Upatthambhaka: Hiçbir Karma etkisi yoktur ve yalnız hareket ederek yaşanır.
-Zulmeden Karma Upapilaka: Karma etkisiyle baskı yaşanır.
-Yıkıcı, tahrip edici Karma Upaghataka: Diğer Karma etkilerinden daha fazlası yaşanır.İstemeden yapılan eylemler için bir düzenleme yoktur. Bir eylemin temelinde ne kadar az art niyet varsa o kadar az Karma toplanır, oluşur.

Şu sözler buna işaret etmektedir: Her kim bir başkasına eziyet ediyor ve buna rağmen iyi bir yaşam arzu ediyorsa, o kişi bir sonraki yaşamında asla mutlu olmayacaktır. Her kim diğerleriyle iyi anlaşıyorsa ve iyi bir yaşam arzu ediyorsa, o kişi bir sonraki yaşamında mutluluk bulacaktır.(Dhammapada M.Ö 3.yüzyıl) Eylemlerin failini bulamayız; etkiyi yakalayan hiçbir “varlık”. Sadece boş şeyler geçer gider önümüzden: bu şekilde anlayışa kavuşan kişi, doğru bir bakışa sahiptir. Ve eylem ile etki bu şekilde gerçekleşip ilerlerken, köke bağlılık nedeniyle kimse tıpkı tohum ile ağaçta olduğu gibi hiçbir başlangıç asla bulunamaz. (Vis. XIX) Culakammavibhanga Sutta.


-Anlamları

Terimin dört farklı anlama gelmesi anlamının Batılılarca iyi kavranamamasına ve kimi zaman tek anlamıyla kullanılmasına neden olmuştur. Terim Doğu’da şu dört anlamda kullanılır:

1-Bedensel hareketler (söz, davranış) veya zihinsel hareketler (niyet, düşünce, imaj oluşturma). Bunlar “neden”dir.
2-Bu hareketlerin sonucu. Bunlar “sonuç”tur.
3-Bireyin şimdiki ve geçmiş yaşamdaki hareketlerinin sonuçlarının toplamı. Bunlar, nedenler toplamı olarak oluşan "mukadderat"tır.
4-Manevi alemdeki nedensellik kuralı. "Karma yasası ve karmik plan"

Zen sisteminde karma yasası öte-alemdeki yaşamı ve tekrar doğuşları belirleyen evrensel nedensellik yasasıdır. Yani Upanişadlar’da belirtildiği şekilde karma yasası insanın şimdiki ve geçmiş yaşamında yaptıklarıyla karşılaşmasıdır. Yapılan hareketlerin karşılığı olarak yaşanması gereken sonuçların planlı ve programlı bir şekilde düzenlenmiş haline “karmik plan” denir.

-Karmik planın oluşumu

Kişi her an iradesiyle yeni hareketler yapmakta olduğundan karmik plan kısmen belirli, kısmen oluşum halindedir. Bu bakımdan karmik planın oluşum süreci ve bu süreçteki hareketler üç grupta ele alınır:Mukadderat üzerine bir etkide bulunmuş hareketler (agami-karma)Neden oluşturmuş ve mukadderat üzerinde bir etkide (sonuçta) bulunma sürecine girmiş hareketler (prarabdha-karma)Birikmiş, fakat henüz mukadderat üzerinde bir sonuç oluşturmamış hareketler..

-Karma yasası ve Samsara

Karma yasası, kısaca, her yaşamın, önceki yaşamlarda yapılan hareketlerin sonucu olarak belirmesi esasına dayanır. Yani, kişinin yaptığı hiçbir hareket sonuçsuz kalmayacak ve kişinin mukadderatının belirlenmesinde bir neden oluşturacaktır. Hiçbir neden, herhangi bir sonuç yaratmadan yok olup gitmez. (Bu, felsefe ve bilimde "nedensellik kuralı" olarak adlandırılır.) Dolayısıyla samsarayı esas alan Doğu öğretilerinde her yaşam ve her yaşamdaki koşullar, önceki yaşamlarda yapılan hareketlerin bir bileşkesi olarak meydana gelmekte olup, o yaşamda yapılacak hareketler de bir sonraki yaşamı ve koşullarını belirleyici bir etken olacaktır.

Daha kısa olarak ifade etmek gerekirse, Doğu’nun karma yasası bir Türk atasözüyle tek cümleyle şöyle ifade edilebilir: “Ne ekersen onu biçersin.”

Hindu mitolojisinde yasaları uygulayan, yasanın somutlaşmış biçimi olan karma ilahlarına Lipikas adı verilir.

-Jainizme göre karma yasası

Jainizm’de Karma öğretisi, Hindistan kökenli diğer dinlerle kıyaslandığında farklılık gösterir. Jainizm’de Karma, sadece eylemlerin sebep ve sonuçlarının kaçınılmaz olduğuna dayalı yasa olarak değil; ayrıca bunların temelini kavrama bilincidir. Jainizm taraftarları bu anlamda ince maddelerden oluşan, algılanamayan “Karma parçaları”ndan veya “karmik töz”den bahsederken, iki ayrı kategoride sınıflanan toplam 148 çeşit tözün varlığını savunurlar.

Bu geniş kapsamlı sınıflandırma, “Dokuz Gerçek” (nava tattvani) öğretisinin temelindeki detayları açıklayarak, kavramayı sağlayan, yol gösteren bir kılavuzdur, bir rehber kitaptır. Amacı; öğrencilerin, Jain öğretisinin önemli koşullarını teoride başarılı bir şekilde anlamalarına yardımcı olmaktır.

Birbirini takip eden konular, örneğin; Karma etkisinin nasıl meydana geldiği, hangi şekillerde ortaya çıktığı, Karma etkisinden ne şekilde kurtulunacağı ve ayrıca var olan Karma’nın nasıl azaltılacağı, Yeniden Doğuş Döngüsü’nden (Reenkarnasyon) ne şekilde kesin olarak kurtulunacağı konuları pratik olarak açıklanmıştır. “Dokuz Gerçek” öğretisinin çıkış noktası, Jain düşüncesine göre tüm evrende var olan iki temel öz’ün (dravya) şeklidir.

a)Bilinç; sonsuz sayıda insan ruhundan oluşan bilinç.
b)Bilinçsiz; beş kategoriye ayrılan:
1) Madde, Karma olarak sayılan;
2) Uzay, boşluk (akasha),
3) Hareket alanı (dharmastikaya),
4) Huzur, sessizlik alanı (adharmastikaya)
5) Zaman (kala)

Karma anlamıyla “Madde” ve Ruh arasındaki sorunlu ilişki, bu tanıma göre Yeniden Doğuş Döngüsü’nün (samsara) işleyişidir.

Bilinçsizce yapılan eylemler (mithyatva) sonucunda, ruhlar, evrenin sonsuz başlangıcından beri var olan sayısız Karma’lar yaşar. Bu sayede Karma her bir ruhun cismi bedeninde toplanır; bu bir tür ince tözden bir araya gelen bir kabuktur; ruh bunu sarar ve artan bir yoğunluk derecesi ile iki ayrı kabukla daha birleştirir. Bilinçsizce, cahilce kavramı (mithyatva) bu bağlamda her ruhun Samsara döngüsüne bağlı kalması ve kendi öz varlığını unutması anlamına gelir.

Karma etkisiyle, bireylerin kişiliğinin oluşmasında ortaya çıkan sonuçlar, özellikle beden ve bedenin fonksiyonlarının bilinçsizce davranması; -sınırsız algılama (anant darshan), -her durumu idrak etme, her şeyi anlama (ananta jnana), -sonsuz enerji ( ananta virya) -sonsuz mutluluk (ananta sukha) gibi içimizde saklı bulunan özelliklerdir. Bu özelliklerin açığa çıkmasıyla, bilinçsizlik yavaş yavaş azalır ve sonunda Karma etkisi altında kalma, bu döngüye bağlı olma zorunluluğu ortadan kalkar.

Ruhun, bu her iki farklı olası görüntüsünü birbirinden ayırdetmek için, Jainizm’de “birbiriyle bağlantılı, bağlı” (samsari) ve “birbirinden bağımsız” (mukta) ruhlar olarak belirleyici özellikler vardır. Duruma bağlı olarak ruh dönüşümü, dört farklı şekilde ortaya çıkar.

Bunlar; -insan dünyası (manushya), -bitki ve hayvan dünyası (tiryancha), -göksel Tanrılar dünyası (devaloka) -ve yedi cehennem’dir (naraki).

Hatta dağlar, kayalar, tepeler, nehir, çayır, çimen, rüzgar ve fırtınalar, Jain inancına göre, Samsara döngüsü içinde bulunan sayısız ruhların var olduğu dünyada insan dışındaki her şeyin varlığını sona erdirebilir; çünkü tek bir varlık olarak insan tüm kurtuluş çözümlerini beraberinde getirir.

Tüm Karma’larından arınmış bağımsız ruh “Siddha” olarak adlandırılır. Siddha’ların, sınırsız kazanım ve sonsuza dek var olmak gibi, “Siddhashila”, yani evrenin en yüce mertebesiyle mükemmel uyum içinde ve Samsara’da –birincil dünyada- Karma etkisinden tamamen arınmış bir şekilde var olmak gibi doğal özellikleri vardır. Bu özel ruhlar saf bilinçle var olurlar; onların varlığında, düşünce, duygu, arzu yoktur, bedensel dürtülerden arınmışlardır.

Jain’lerin uygulamalı olarak, dünyadaki olayların temelini oluşturan maddelerin her birini farklı özellikleriyle öğrenmeleri, bilinçsizce yaşamaktan uzak kalmaya çalışmaları ve doğa olaylarına uygun yaşamaları ve bunların sonunda, tüm maddelerden bağımsız yaşamayı (kaivalya) öğrenmeleri gerekir.

Karma etkilerinden ilerki zamanlarda sakınmak için, Karma etkilerinin sebeplerinin, çok iyi öğrenilmesi gereklidir. Sakınılması gereken tek sebep sadece bilinçsizlik değildir. Kişinin kendi kontrolünü kaybetmesi (aviratti), düşüncesizlik (pramada), hırs, öfke, gurur gibi tutkular (kasaya), ayrıca beden, konuşma ve zihin faaliyetlerinin etkilerini de Karma oluşturur.

Ayrıca Karma çeşitleri, amaçlara göre farklılıklar gösterir ve iki ana gruba ayrılır.

-Zararlı Karma (ghati karma) -Jnana-varaniya karma: “Her şeyi idrak eden, her şeyi bilen Ruh”u bozan, Karma’dır.-Darshana- varaniya karma: Ruhun sınırsız algı yeteneğini köreltir.-Mohniya karma: Doğru algılama, doğru davranma, doğru hareket etme yetisini azaltır, böylece ruh kendini diğer maddelerle özdeşleştirir.-Antaraya Karma: Ruhun sonsuz enerjisini azaltıp iyi eylemler yapmaya engel olur.

-Zararsız Karma (Ahgati Karma)-Vedniya karma: Mutlulukla birlikte üzüntü de vererek, ruhun aşırı mutluluk hissetmesini engeller.-Nama karma: Sadece beden üzerinde yaşanır ve böylece herhangi bir şekli olmayan ruhun varlığını gizler.-Gotra karma: Ruhun sakinliğini, huzurunu bozar ve ayrıca bu Karma, kişinin hangi Kasta ait olduğunu, hangi aileye mensup olduğunu, toplumdaki yerini ve kişiliğini belirler.-Ayu karma: Kişinin ölüm zamanını belirler ve böylece ruhun ölümsüzlüğünü gizler.

Sadece, tamamen ruhu etkileyen zararlı Karma’lar, yaşam süresini azaltabilir. Bunun üstesinden gelebilmek için “Kevala jnana”, yani “Her şeyi bilmek, anlamak, idrak etmek” uygulanmalıdır. Bu durum “Kevali” (her şeyi bilen), “Arihanta” (kutsal olan), “Jaina” (galip olan, yenen) şeklinde ifade edilir.

Zararsız Karma, bedeni doğru kullanmayı sağlar ve bu fiziksel ölüme kadar geçen süre için gereklidir. Bu “Kevali” durumu, ölüme kadarki süre için çok önemlidir. Bu aşamada ruh, yeniden bedenleşme için kendini tamamlar ve Siddha olma yolunda ilerler. Karmik etkilerin ruha bağlı olarak ortaya çıkması, bu süreçte sorumlu olunan eylemleri bilinçli olarak etkiler.

Karma etkileri ruhta var olduğu sürece, eylemleriyle kişi belli bir olgunluğa erişse bile, Karma kişide sürekli etkisini gösterir. Bu durumda bu etkiler ya kısa bir süre içinde ya da bir sonraki Yeniden Doğuşun hemen ardından kendini gösterir. Sürekli olarak kendini yenileyen ve ilerleyen Karma etkisi, ruha bağlı olarak, değişim sürecinde dünyevi olaylardan da etkilenir. Karmik etkilerin ruhta var olmasıyla birlikte, birçok karma, kişinin her eyleme bakış açısı doğrultusunda ortaya çıkar. Davranışlarda ne kadar doyumsuzluk, açgözlülük, kızgınlık, sinir varsa ruh içinde o kadar çok Karma oluşur. Ruh sakinlik, dinginlik (madhyastha) ve merhametle (karuna) kendini geliştirir ve böyle davranmakla çok daha az Karma etkisi oluşur.

Asıl amaç, kendini temizleme, arınma ve yeni Karma etkilerinin oluşmasını durdurmaktır. Bu amaç için Jainizm‘de çeşitli ahlaki davranış kuralları ve uygulamalar vardır.

Dikkat edilmesi gereken “beş itina” kuralı (samiti):

öğrencilere öğretilen;
1.Yürümek,
2. Konuşmak,
3. Sevap kazanmak,
4. Çevredeki her nesneye ve çöplerin temizlenmesine dikkat etmek,
5. Hiçbir canlıya zarar vermemek.

Üç Kısıtlama (gupti),
1. bedeni,
2. konuşmaları,
3. ruhu kontrol edebilmek.

On Erdem (yati dharma):
1. Hoşgörülü olmak,
2. Alçak gönüllük,
3. Temiz ahlaklı, namuslu olmak,
4. Tok gözlü, sade olmak,
5. Dürüst olmak,
6. Kendine hâkim olmak,
7. Dünyevi duygulardan arınmış olmak,
8. Özverili olmak,
9. Sükûnetli, sakin olmak,
10. Mütevazı olmak

Oniki Görüş, (Düşünce) (bhavna):
1. Kararsız olmak,
2. Savunmasız olmak,
3. Yeniden Doğuş,
4. Ruhun yalnızlığı,
5. Bilinçli ve Bilinçsiz olma arasındaki ayrım,
6. Beden Kirliliği,
7. Karma Etkisi,
8. Karma etkisinin durması,
9. Karma Yapısı,
10. Dünyanın Fani, geçici oluşu,
11. Üç İyilik Kuralını Gerçekleştirmenin Zorluğu (Aydınlanmanın Azalması),
12. Doğru Öğretinin Bulunmasının Zorluğu.

Yeni Karma’ların yaşanmaması ancak toplanan Karma’ların sona ermesinden sonra olur. Bu durum, katı çilekeşlik, dervişlik (tapas) uygulamalarının sonucunda meydana gelir. Jainizm’de 2 tür dervişlik vardır.

-Dışa dönük dervişlik (bahya tapas): Arzuların ortaya çıkmasına karşı vücudu disiplin eder. Bu dervişlikteki uygulamalar; düzenli oruç tutma, belli bir süre tamamen yeme ve içmeden uzak durma (anashana); açlık hissini bastırmayacak şekilde daha az yeme (unodari); beslenme ve yaşam için ihtiyaç duyulan maddelerde kısıtlama (vrtti-parisankhyana); yağ, süt, çay, tatlı, kızartma, baharatlı gıda ve meyve sularından uzak durma (rasa- parityaga); aşırı sıcak ya da soğukta yalın ayak yürümenin veya saçın çekilmesinin verdiği acı gibi fiziksel ağrılara karşı dayanıklı, iradeli olma (kaya-klesha); içe dönük bir halde, bir yerde yalnız ve huzurla oturmaktır. (sanlitana)

-İçe dönük Dervişlik (abhyantara tapas): Kötü eylemlerden pişmanlık duymak (prayashchitta); keşişlere, dervişlere, rahibelere, yaşlı insanlara karşı alçak gönüllü davranmak (viyana); keşişlere, dervişlere, rahibelere, yaşlı insanlara, dertlilere, hastalıklılara yardımcı olmak (vaiyavrata); kutsal yazıları ve dersleri dikkatlice dinlemek (svadhyaya); meditasyon, derin düşünme uygulamaları yapmak (dhyana); beden, konuşma ve zihin faaliyetlerinden kaçınmak (kayotsarga) gibi uygulamalarla ruhu temizlerler.

Sürekli uygulamalar sayesinde dört kötü Karma etkisi ortadan kalkar ve “Kevala-Jnana”, yani her şeyi bilme, idrak etme, anlama aşaması başlar. Ölüm zamanına kadar, dört zararsız Karma’lar ruhtan ayrıldığında “Moksha”ya (Nirvana) ulaşılır. Moksha (Nirvana), Yeniden Doğuş’un nihai kurtuluşudur. Oraya varan Ruh, evrenin en yüce yerindedir ve orada sonsuz mutluluk ve huzura kavuşur ve bir daha asla karışık Samsara döngüsüne dönmez.


-Karma Felsefesi

Karma fikrini, Doğuya özgü bir kavram olarak ele almak çok yanlış olur. Karma, her birimizin kendi eylemlerimizden sorumlu olmasını sağlayan ve bizi, bu eylemlerin ardından gelen sonuçları kabul etmek zorunda kalacağımız bir konuma getiren yasadır. Buna, kişinin kendi sorumluluğu yasası diyebiliriz. Reenkarnasyon kuramıyla birleşik olduğu gerçeği bunu geçersiz kılmaz, çünkü bunun tamamen şimdiki enkarnasyonumuzda iş başında olduğunu görebiliriz.Karmanın gerçek anlamı "yapmak"tır, uygulamadaki anlamı ise, basit bir şekilde bir kişinin karmasının, onun kendi yaptığı işler olduğudur. Karma terimi, özgün ifadesinde zihinsel eylemleri içerir buna göre; kendimizi, şu an ne isek, kendi eylemlerimizle yapmışızdır.

Karma, Evren Zihninin, . uymayı gerçekleştirme, dengeyi yenileme ve telafi etmeye yarayan bir denge ortaya çıkarma gücüdür. Sonuç olarak, herhangi bir şekilde, herhangi bir yerde ve zamanda yaptığımız bir şey, eninde sonunda bize geri dönecektir. Yapılan hiçbir iş boşa gitmez; er geç yapan kişiye değiştirilemez bir biçimde geri dönecek olan meyveyi taşıyacaktır. Karma, kendi kendine işleyen bir güçtür. Hiç kimse, insan ya da insanüstü, bunu işletmek zorunda değildir.

Bu öğreti, bizi uyuşuk kaderciler haline getirmez, çünkü kendini beğenmiş bireyciler olarak şişinmemize izin vermez. Berbat bir zayıflık konusunda bir özür de sunmaz, ya da yanılsatıcı bir gücü desteklemez. Bize gerçekten olanaklarımız konusunda dengeli bir bakış, güçlerimiz konusunda mantıklı bir bakış esinler.

Materyalistler, evreni, kaderimiz, düşüncelerimiz ve eylemlerimizin tümüyle fiziksel çevremiz tarafından belirlendiği engin bir hapishane biçiminde berbat bir tablo olarak resmederler. Doğulular arasındaki bilgisizler, tanrısal önceden belirlenmişliğin mahkumları, aciz bir şekilde, bir aşağı bir yukarı adımladığımız kilitli bir dünyada yaşar.

Karma, bu iki kasvetli savı da çürütür; kendimizi ve çevremizi biçimlendirme konusunda bize yeterli özgürlüğü verir. Kendi gelişimimizle, çevremizi etkiler ya da zenginleştiririz, Doğaya yardımcı olur ya da onu engelleriz, aynı zamanda bunun tersi de doğrudur. Karma kaderimizin kapısı önünde zavallı dilenciler gibi beklemek zorunda olduğumuzu söylemez. Geçmiş özgür irademiz, şimdiki kaderimizin kaynağı olacaktır, tıpkı şimdiki özgür irademizin, gelecekteki kaderimizin kaynağı olacağı gibi.

Sonuç olarak, en güçlü faktör, özgür irademizdir. Bu nedenle, belirsiz bir kadercilik ya da aşırı güvene yer yoktur. Hiçbirimiz suçu başka bir şeye ya da başka bir kişiye yükleyerek, dış çevreyi ve kendi içsel görüş açımızı biçimlendirme konusundaki kişisel sorumluluğumuzdan kaçamayız.

Engellerle mücadele eden herkes usta besteci Beethovenın elinden, bir kadeh ilham şarabı içmelidir. Müziğin büyülü nağmelerini işitmeye çabalayan Beethoven, tamamen sağırdı. Yaşamı tümüyle başkaları için melodik kompozisyonlara adanmış olan Beethoven, bir gün kendi kompozisyonlarını işitemez hale gelmişti. Bu onu hayal kırıklığına uğrattı, ama cesaretini kıramadı. Bu sorunla sağlam bir yürekle yüzleştikten sonra, "Kader ile boğuşacağım; beni asla alaşağı edemeyecek!" dedi. Çalışmalarına devam etti ve dünyaya daha muhteşem, daha görkemli şeyler verdi, çünkü acısı içinde öğrendiği şeyi, şarkılarda öğretti.

Karma, biri genel biri de özel olan iki katlı bir yasadır. İlki mutlaktır, evrendeki her şeye . de uygulanabilir, çünkü basit bir şekilde, her ayrı varlığın, kendi sürekliliğinin yasasıdır. İster bir gezegen olsun, ister bir protoplazma, önceki varoluşunun özelliklerini aktarmak, bu yüzden de sonucu, nedene ayarlamak zorundadır. İkincisi ise mevcut durumdur, yalnızca kendiliğinin şuuruna varan, böylelikle eylemlerinin başlangıcını beşeri varlıklarla sınırlayan bireyler için geçerlidir. Bu, bireyi düşüncelerden . ve kendi düşüncelerinden doğan eylemlerden sorumlu kılar.

Evren, yerkürenin eksenleri üzerinde ya da gezegenlerin güneşin çevresinde dönmesinde olduğu gibi, bir tür dengeleyici düzen olmasaydı var olamazdı. Bir parça düşünmek, insanların kendi aralarında ve Dünya Zihni [Tanrı] ile ilişkilerinde de aynı ilkeyi gösterecektir. Bu ilke, burada kendini karma olarak ortaya koyuyor.

Karmayı evrensel güçten ayırmak ve ayrı bir güç olarak ele almak hata olacaktır. Bu hata, kozmosun kendini göstermesinde karmanın rolünü anlamadaki güçlüğü açıklamaktadır. Karmayı, Tanrının bir yönü ve Tanrıdan ayrılamaz bir şey ya da Tanrının varlığının kendini gösterme biçimlerinden biri olarak ele alın.

Benliğin dışında, insafsızca aciz teslimiyetimiz için emirlerini buyuran bir güç olduğuna inanılırsa karmanın asıl doğası kavranamaz. Tersine, tüm dünyanın zihinsel olduğu gerçeği nedeniyle, o da, her şeyde ve herkeste işleyen bir güçtür. Bu, başımıza gelen şeylerin, en içteki varlığımızın gizli iradesiyle gerçekleştiğine dair açık bir anlam ortaya çıkarır. Bu açıdan bakıldığında, belki katlanmak zorunda olduğumuz acılar mutlak anlamda birer kötülük değil, yalnızca o an için kötülüktür ve kör bir dışsal ve insafsız kuvvet olarak gözüken şey, gerçekte bilinçli, içsel ve arındırıcı bir kuvvettir.

"Karma" sözcüğünün doğru anlamı, beden, konuşma ve zihin aracılığıyla yapılan iradeli eylemdir. Bu eylemin sonuçlarını, özellikle yeniden . doğmayı ortaya çıkaran ya da bunu etkileyenleri içermez. Böyle bir dahil etme popüler kavramlara girmiştir, ama söz konusu terimin aslından uzak bir kullanımını göstermektedir. Karma, sonuç değil, iradeyle yola çıkan sebeptir. Bu nedenle "Karşılık Yasası" terimi, tatmin edici değildir ve daha iyi bir terime ihtiyaç vardır.

Karşılık yasası . terimini, yansıma yasası olarak yeniden adlandırmak belki de daha iyi olacaktır. Çünkü yapılan iş, sanki muazzam kozmik bir ayna tarafından, her eylemin, bu eylemi yapan kişiye geri yansıtılması, her düşüncenin, kaynağına geri yansıtılmasıdır. Belki de karşılık fikri oldukça güçlü, saklı bir ahlaksal anlam içeriyor, bu yüzden de "karma" sözcüğünün doğru karşılığı olma konusunda son derece dar bir anlam taşımaktadır.

Sonuçlar yasası, asıl olarak etik bir yasa değildir: Etik bir yanı olduğunu söylemek, daha uygun olabilir.

Bir karma "yasa"sından söz etmek yanlıştır ve bilimsel değildir. Karma, uyulacak ya da uyulmayacak bir yasa değildir, yanlış yapan kişilere yönelik . bir ceza kanunu da değildir. O sadece, kaçınılamaz sonuçlarla ilgili bir ilkedir.

Karma, insanın davranış alanında karakterden ne fazla ne de eksiktir. Gerçekten de ihtiyacımız kadar özgür iradeye sahibiz. Farkına varamayacak kadar kör olduğumuz için sunulan fırsatlardan yararlanamazsak, hata bizdedir. Başlangıçta ve yüzeysel olarak yararlı olan, ama mutlak olarak ve derinlemesine bakıldığında kendi çıkarımıza ters düşen bir eyleme girişirsek ve bu eylem de bizi arka arkaya başka istenmeyen eylemlerden oluşan tüm bir diziye kendi sırasında ulaştırırsa, karmanın acımasızlığına değil, kendi akılsızlığımıza ağlamalıyız.

Bir alışkanlık olarak kendine acıyıp duranlar karmada kullanışlı bir günah keçisi bulabilirler, ama gerçek insanlığın . zihinsel niteliklerinin ve etik standartların, kaderimizi önceden kararlaştıran gizli faktörler olduğudur.

Karma, zihnimizi köreltmesi ya da ellerimizi felç etmesi gereken bir fikir değildir. Karma, uluslarda ve bireylerde etik bir sorumluluk duygusu uyandırarak, onları geçmiş hatalardan kaynaklanan yaraları gönüllü olarak iyileştirmeye ikna eden pozitif bir değere ve düzeltici bir etkiye sahiptir.

Geçmiş yüzyılların etiği, belki de var olan bir Tanrının belirsiz korkuları üzerine kurulmuştu; içinde bulunduğumuz yüzyılın etiği ise, tümüyle var olmayan bir Tanrıya karşı tam bir kayıtsızlık üzerine kurulu. İlki, davranışta bazı sınırlamalara yol açtı, ikincisinin yol açtığı şey ise hiç. Geleceğin etiği, karma gücünün rasyonel anlayışı . ve kişisel sorumluluk yasası üzerine kurulacaktır; bu da, davranışta doğru bir sınırlamaya yol açacaktır. Çünkü, yaşamın çevresel kısıtlamalarını, çabalanmamış hazları ve kaçınılmaz sıkıntıları düşündüğümüzde, yavaşça karmanın gücüyle ilgili bir algıya varırız.

Karmada çağdaş tarihimizin birçok sorunuyla ilgili bir anahtar buluruz. Karma, şimdiki kısmetimizin kozasını, büyük ölçüde geçmiş dünyevi yaşamlar ve şimdiki yeniden bedenlenişimiz süresince kendimizin ördüğü düşünceler ve eylemlerle hazırlamış olduğumuz konusunda bizi uyaran bir doktrindir. Ve bu doktrin tek tek bireylerin tarihine olduğu kadar tüm insanların tarihine de uygulanabilir durumdadır.

Bunun doğal sonucu, karakterlerimiz ve zihinlerimizin, çağlar boyunca zahmet ve sıkıntı içinde olduğudur; bazıları saçları ağarmış bir geçmişin engin tecrübesiyle yaşlıdır, ama pek çoğu genç, akılsız ve terbiye olmamıştır. Verdiği ders kimsenin kaderinin ve bireysel anlamda talihin değişen gelgitlerinin anlamsız olmadığıdır. Tersine, felsefi düşüncelere davetiye çıkarırlar, bu şekilde ihmal edilmiş görevler ya da olumlu yanlış yapmaların nasıl olup da sıkıntılarımızın gizli kökü olduklarını anlayabiliriz.

Karma . ilkesini doğru olarak anlayanlar, onu dışsal, bağımsız bir kader olarak yanlış anlamayan ve aslen eylemlerimizle harekete geçirilen bir kuvvet olarak görenler aynı zamanda insan yaşamında acı çekmenin oynadığı anlamlı rolü de anlarlar. Hak edilmiş ceza aslında ham bir eğitim biçimidir. Düşünceli kişiler kendi kederlerinden dersler çıkarır ve aynı günah ya da aynı hatayı ikinci kez işlememeye karar verirler.

İnsan iradesi tarafından yapılmış olan karma insani değişikliklere tabidir. Daha yüksek bir gücün buyurduğu kader ise buna tabi değildir. Genel anlamda ölüm gerçeği kaderle ilgili bir örnektir, bu anlamda şair James Shirleynin dizesi doğrudur: "Kadere karşı hiçbir zırh yoktur." Ancak özel anlamda ölüm gerçeği, zamanı ve biçimi, değiştirilebilir.

Yaşamın gidişatının önceden kararlaştırıldığı doğru olsa, bu mutlaka yaşamın keyfi bir şekilde önceden kararlaştırıldığı anlamına gelmek zorunda değildir. Hayır, karakterinizin iyi ve kötü nitelikleri, kapasitelerinizin gelişmesi ya da gelişmemesi ve tesadüfen ya da bir nedene bağlı o olarak alınan kararlar yaşamınızın gerçek belirleyenleridir. Davranış ve sonuç, düşünce ve çevre, karakter ve alın yazısı arasında kaçınılmaz bir denklem vardır. İşte, karma budur; yaratıcı eşitlik yasası.

İmgeleme süreçleri sonsuzdur, ardı arkası kesilmez. Zihnin, kendi dinamik karakteri nedeniyle bir fikrin bir başka fikre yol açması gerektiği, zihnin doğasında var olan bir şeydir. Karma, işte bu ikisini bağlayan yasadır.

Karmanın iki katlı bir karakteri vardır. İnsan aklının tasarlayabileceği hiçbir şeyin değiştiremeyeceği bir türü ve bir de, karşı düşünceler ve karşı eylemlerle ya da tövbe ve dua ile değiştirebileceğimiz bir türü bulunmaktadır. Kötü karma, kurnazlıkla değiştirilebilse bile ahlaksal tövbe olmaksızın ortadan . kaldırılamaz.

Karmanın özgün anlamıyla, zamanın akışı içinde buna verilmiş olan anlam arasında, büyük ve açık bir faktör vardır... Karma doğumdan önceki gebe kalma anından ölümden sonraki ölüyü yakma anına kadar insanların yaşamını tamamen önceden kararlaştırdığı ve biçimlendirdiği anlamına gelmeye başlamıştır, oysa özgün anlamı sadece kişinin alışılmış düşünce ve eylemlerinin sonuçlarından kurtulamayacağıdır.

Yaşamdaki başarıların ya da başarısızlıkların büyük ölçüde kendi elimizde olduğu, hoşnutluk ya da kederin kaçınılmaz biçimde erdem ya da yanlış yapmanın ayak izlerini takip ettiği anlamına gelir.

Yetenek ya da hırs, fırsat ya da soyaçekim, kişiyi zenginliğe ulaştıran şey her ne ise bu, bizzat o kişinin karmasının ürünüdür.

Şimdi, bize geçmişten gelir, gelecek de, şimdide oluşturulmaktadır. Bunların üçü de birbirine bağlıdır... İnsan yaşamının
daha yüce bir güce tabi olduğu; her birimizin, eylemlerimizden daha yüce bir yasaya, karşı sorumlu olduğumuz ve yapılan hataların cezalarından ya da doğruluğun ödülünden kaçamayacağımız fikri, insan kültüründe bulunan en eski fikirlerden biridir.

Eski Romanın Stoacıları bu fikre sahipti ve buna Kader demişlerdi. Eski Yunanın Eflatuncuları da bu fikre sahipti ve buna Alın Yazısı adını vermişlerdi. Hintlilerde de, genellikle Budistler ve Hindularda da bu fikir vardı, hala da vardır ve adına Karma denir.

Dünya Fikrinin ifşası, dinsel mistiklerin karşısına çıktığında, buna yalnızca "Tanrının İradesi" diyebileceklerdir. Yunanlıların karşısına çıktığında, bunu "Gereklilik" olarak adlandırmışlardır. Hintliler ise buna "Karma" demiştir. Bunun yankıları bilimsel düşünürler tarafından işitildiğinde ise bu düşünürler buna "Doğanın yasaları" demiştir.

Görebilecek gözü olan bir kişi evrenin kendisinin akıl içeren ve anlaşılabilir bir düzen içinde olduğunu açığa vurduğunu görebilir. Keyfi kapris, zamanın bir yerinde dünyayı yaratmadı. O zamandan beri de, kör bir düzensizlik hüküm sürmemiştir. Bu evrensel varoluşta, gerçek anlam vardır, katı bir yasa vardır, hakiki bir tutarlılık vardır, taştan çiçeğe, canavardan insana, bütünleşmenin daha yüksek düzeylerine doğru bir hareket vardır.

Bu anlaşıldığında, karmanın yalnızca aktarılan eski etkilerin ya da kendini yeniden oluşturmanın veya ahlaksal cezalandırıcı adaletin bir yasası değil, aynı zamanda, çok daha büyük bir şey olduğu da anlaşılabilir. Bireysel anlamda işleyişi, evrensel işleyişe ayarlama eğilimi gösteren ebedi ve ezeli bir yasa vardır. Bir bütün olarak kendi bütünleyici dengesiyle evrenin sayısız birimini uyum içinde tutacak biçimde evren için çalışır.

Ceza, küçük bir ortak merkezli dairenin daha büyük olan başka bir dairenin içine düşmesi gibi, sadece bu etkinliğin içine düşer. Her bireyin varoluşunun sonuçları, her kişinin düşünce ve eyleminin kalıtımı kontrol edilmek durumundadır, bu şekilde bunlar sonunda kozmosun kendisinin o daha büyük düzenliliğine uyacaktır. Her parça, bütüne bağlıdır. Bu nedenle her şey, mutlak doğruluğa eğilim gösterir. Aslında evrenin gizli özünde, bu tür anlamlı bir dengeye sahip olduğunu görmek rahatlatıcı bir durumdur.

Karmanın ezoterik yorumu, tümüyle yalıtılmış bir kişinin, yalnızca bir hayal ürünümüz olduğunun, herkesin, yaşamının yerel, ulusal, kıtasal, en sonunda da gezegenlerle ilgili bir boyutun sürekli genişleyen döngüleriyle, tüm insanlığın yaşamıyla birbirine sarıldığının farkına varmak; her düşüncenin, dünyanın baskın zihinsel atmosferinden etkilendiğinin; her eylemin de, insanlığın genel anlamda etkinliğince verilen baskın ve güçlü telkininin işbirliğiyle bilinçdışı bir şekilde yapıldığının farkına varılmasıdır.

Her birimizin düşündüğü ve yaptığı şeyin sonuçları, bir ırmak ayağı . gibi toplumun daha büyük nehrine akar ve orada sayısız diğer kaynaktan gelen sulara katılır. Bu, karmayı, tüm bu karşılıklı ilişkilerin sonucu haline getirir, bu nedenle de onu kişisel bir düzeyden kolektif bir düzeye çıkarır. Yani, "ben", diğer tüm bireyler tarafından ortaya çıkarılan karmada, bir bireyin payıdır, diğer yandan onların da, benimkinde bir payı vardır.

Bununla birlikte bu "ben"in kendi kişisel geçmiş etkinliğimin sonuçlarından en büyük payı almasında ve insanlığın etkinliğinin geri kalanının sonuçlarının en küçük payı arasında bir fark vardır.

Bu nedenle, üstü kapalı bir şekilde düşündüğümüz şey, her acının hak edilmediği, ama telafi etme niteliğindeki iyi . talihin buna dayanarak oyuna katıldığıdır. İnsanlığın karşılıklı olarak birbirine bağlılığı yüzünden kişisel olarak hak etmediğimiz bir acı çekmek zorundaysak, aynı karşılıklı bağlılık nedeniyle genel anlamda iyi karmadan hak edilmemiş yararlar görebileceğimiz ifadesi de aynı derecede doğru olur.

Bu yüzden karmanın bu kolektif işleyişi, her iki şekilde de kesen iki kenarlı bir kılıca benzer: Bir tarafı acı verici, diğeri ise zevkli. Ezoterik görüş bu doktrinin popüler biçimine yeni bir yüz getirirken genel olarak arka planda tutulmuşsa, bunun tek nedeni, insanların ortak anlamda mutluluk ve sağlık içinde yaşamaktan çok, kendi kişisel mutluluk ve sağlık içinde yaşamalarıyla daha çok ilgilenmeleridir...

Başkalarıyla ortak yaşarız, ortak günah işleriz ve bunun bedelini ortaklaşa ödemek zorundayız. Bu son sözdür, belki de arkadaşlarını geride bırakmış olanları yıldırmak, ama geride kalmış olanları cesaretlendirmek. Bu daha geniş bakış açısına göre karma, bizim bir bütün olarak toplumla acı çekmemizi ve toplumla sevinmemizi sağlar.

Bu nedenle, kendi mutluluk . ve sağlık içinde yaşamamızı, toplumsal anlamda mutluluk ve sağlıktan ayıramayız. İçsel yalıtımdan kurtulmak ve çıkarlarımızı Tümel Yaşamınkilere katmak zorundayız. Sınıflar, uluslar ve ırklar arasında kine gerek yoktur, büyük ya da küçük olsun, farklı gruplar arasında nefret ve çatışmaya gerek yoktur.

Bunların tümü, eninde sonunda karşılıklı olarak birbirine bağlıdır. Ayrılıkları, bireylerin ayrılığı kadar büyük bir yanılsamadır, ama bu gerçeği yalnızca felsefe ve tarih kanıtlar. Bugün hepimizin kendini içinde bulduğu durum, karşılıklı çıkarlarımızdaki bu zorlu mücadeleyi gerektiren gerçekliğin kabul edilmesini gerektirir.

Denemesi bedava :)

Kaynak :
-yogaakademisi.com
-Le Dictionnaire de la sagesse orientale, Kurt Friedrichs, Ingrid Fischer-Schreiber, Franz-Karl
-genbilim.com

Derlenmiş ve görseller sonradan eklenmiştir.

.

27 Eylül 2012 Perşembe

Kitle Hareketlerine Karşı Yeni Devlet Silahı



"-Polis tarafından kullanılan biber gazı laboratuvar testlerinden geçmiş, insan sağlığı üzerinde kalıcı etkisi bulunmayan göz yaşartıcı mühimmattır!..."
İçişleri Bakanı İ.N.Şahin


-Biber gazı, cop, tazyikli su çağdışı kaldı, şimdi etkin teknoloji gündemde:

Yönlendirilmiş Enerji Silahları

İşte Beyninizi ve DNA yapınızı geri dönüşü olmayacak şekilde hasara uğratacak yeni Halksavar !...

Emniyet güçleri göstericileri engellemek için yeni bir silahı kullanmaya hazırlanıyor. Bir ABDfirmasının ürettiği "Sessiz Bekçi" adı verilen cihaz yanma hissi uyandırarak hedefteki insanları etkisiz hale getiriyor.

Emniyet Genel Müdürlüğü, toplumsal olaylarda kullandığı “biber gazı, tazyikli su ve cop” yerine çok daha etkili bir sistemle tanıştı.


Kimlere karşı kullanılacak : Hakkını arayan doktor, öğretmen, öğrenci, avukat, emekli, sanatçı, gazeteci, esnaf, işçi, köylü...

Emniyet Genel Müdürlüğü’ne ABD’li Raytheon firması tarafından yeni bir teknoloji tanıtıldığı öğrenildi. “Öldürücü olmayan silahlar” sınıfına giren ve “Sessiz Bekçi” olarak nitelendirilen yeni sistemin Emniyette büyük ilgi ve beğeni gördüğü belirtildi. Öldürücü olmayan silahlar “mikrodalga” ve “akustik” olarak ikiye ayrılıyor. Türkiye’de tanıtılan sistem mikrodalga ve “Elektronik Kitle Durdurma ve Süpürme” sistemi olarak tanımlanıyor. “Silent Guardian - Sessiz Bekçi” adlı silah sistemi kullanıldığında yüksek orandaki acı hissi nedeniyle hareket kabiliyeti yitiriliyor.

Edinilen bilgilere göre, “Sessiz Bekçi” adlı silah 95 GHz’de milidalga yayarak, kitlelerin durdurulması, yönlendirilmesi ve süpürülmesini sağlıyor. Sistem, İtalya’nın ardından Türkiye’ye tanıtıldı. Sistem, deri altındaki su kabarcıklarında kaynama yaparak kişilerde yanma hissi oluşturuyor.

Türkiye’ye tanıtılan silah sistemi, insanlarda deri yanması, beden ısısının yükselmesi ve fiziksel yanma hissi gibi sonuçlar doğuruyor. Bu silah kullanıldığında yüksek orandaki acı hissi nedeniyle hareket kabiliyeti geçici süreyle yitiriliyor. Türkiye’ye tanıtılan silah, yüksek güçlü ve düşük güçlü 4 modele sahip. 30 KW gücündeki sistem daha çok sınır güvenliğinde mobil olarak kullanılıyor. 0.8 KW gücündeki düşük güçlü sistem ise özellikle şehir içi kitle olaylarında kitleler içerisindeki spesifik hedefleri doğrudan hedef alarak 50 metre mesafeden durdurabilme kabiliyetine sahip.

Yüksek güç veya çok alçak frekans akustik ışınlama cihazları ile sesötesi dalgalı cihazlar da ölümcül olmayan silahlar arasında yer alıyor. “Çığlık” adı verilen bu sistemlerin benzerlerini, ABD Irak’ta, Fransa ise ülkesinde kullandı.


YÖNLENDİRİLMİŞ ENERJİ SİLAHLARI

Yönlendirilmiş veya Yoğunlaştırılmış Enerji Silahları olarak nitelendirilecek bu yeni buluşların temel özelliği yönlendirildikleri hedefte enerji yoğunluğu etkisiyle zarar yaratmalarıdır. Konvansiyonel silahlar kinetik ve kimyasal enerjiyle hedefe zarar verirken, enerji kaynaklı silahlar elektromanyetik dalgalar veya atomdan küçük zerreciklerle, ışık hızıyla veya ışık hızına yakın bir şekilde hedefe etki ederler.

Geçmişte bilim kurgu romanlarına konu olan bu tür mikrodalga ve lazer silahları bugün realite ve hatta bilimsel yaşamın bir parçası haline gelmiş durumdadır. Bu tür teknolojilerin artık harekât alanında kullanılabilecek silahlar haline getirildiğini söylemek mümkün. Hatta bugün, foton torpidoları ve ölüm ışınları ile düşman savaş gemilerini buharlaştırılabilecek silah çalışmalarının bile yapıldığı söylenmektedir.

Temelde mikrodalgaların fiziki özellik ve etki mekanizmalarına dayanan prensipler çerçevesinde kullanılabilecek mikrodalga silahlarının günümüzde yoğunlaştırılmış enerji silahı olarak kullanılabilmesindeki en önemli -ve evimizdeki mikrodalga fırınından bunu ayıran- özellik, bu tür silahların taşınabilecek, hatta cebe sığdırılabilecek hale getirilmesidir. Konvansiyonel silahlardaki kurşun ve hatta füzelerin yerini mikrodalga foton veya lazer silahlarının alacağı günlerin yakın olması, ülkelerin fizik ve kimya alanında gerçekleştirecekleri ilerleme oranında ayakta kalabileceklerini göstermesi açısından eğitim sistemlerinin çağdaşlaşmasını gerekli kılmaktadır.

Günümüzde yoğunlaştırılmış enerji silahları arasında en çok kullanılan ve askeri alana intikal etmiş olanlar lazer silahları ve yöneltilmiş, yönlendirilmiş elektromanyetik ve mikrodalga silahlarıdır. Bunların hepsi insanlara veya elektronik cihazlara karşı kullanılıp belli ölçülerde zarar verebilecek silahlardır.


SİLAHLARIN TEHDİT BOYUTLARI

Bunlar genelde 10 MHz ile 4 GHz aralığındaki frekansa sahip elektromanyetik radyasyonla çalışan cihazlardır. Elektromanyetik atım (pulse), nükleer infilak yoluyla, elektromekanik sistemlerle teçhiz edilmiş konvansiyonel patlayıcılarla ortaya çıkmaktadır. Bunlar, hassas elektronik sistemleri, mikroçipleri, bobinleri yüksek elektrik yüküyle etkiler. Elektronik sistem ihtiva eden bütün araç ve gereçler bu tür bir oluşum yaratıldığında bundan uzaklıkları derecesinde etkilenebilir. Yerden bir kilometre kadar yüksekte patlatılacak bir atom bombası çok geniş bir alandaki bütün elektrikle çalışan araç, gereç ve silahları uzun bir süre etkisiz ve çalışamaz hale getirebilecektir. Korumasız elektrik nakil hatları da bundan etkileneceğinden bütün bir enterkonnekte elektrik sistemi çöküntüye uğratılabilir.

Bu tür silahların teröristlerin eline geçme olasılığı, güvenlik güçlerince üzerinde hassasiyetle durulması gereken bir konudur. Radyo Frekanslı veya Yüksek Güçlü Mikrodalga Silahları yıllardır çeşitli ülkelerce üzerinde çalışılan konulardır. Gelişmiş endüstri ülkelerinin askeri güçlerini arttırmak ve çevrelerinde egemenlik kurmak için geliştirdikleri bu silahların kötü niyetli teröristlerin eline geçerek "bumerang" etkisiyle kendilerine zarar vermesi mümkündür. Bu konu, toplumları psikolojik olarak olumsuz yönde etkilemesi nedeniyle kamuoyunda pek fazla gündeme getirilmese de güvenlik güçlerinin bir el çantasına sığabilecek bu tür silah ve cihazların kötü yolda kullanılmasını engellemek için geniş platformlarda önlem alması gerekir.

Anladığımız kadarı ile: Halk Devletin Düşmanıdır. Karşısına kim çıkarsa !...

Derlenmiş ve görseller sonradan eklenmiştir

.

25 Eylül 2012 Salı

Orb Fenomeni


Hiç fotograflarinizda sise/dumana benzer, yuvarlak sekilli, içi gorunur şeffaf baloncuklara rastladiniz mi?

Bazı baloncuklar flaşlı fotoğraflarda kendini gostermektedir. Bazıları ise akşamlari daha belirgin olup, gündüz çekiminde daha transparant bir sekilde gorunurler.

Onlara Ingilizce’de ‘orb’ denilmesinin sebebi küreye benzeyen sekillerinden ileri gelmektedir. ‘Orb’ anlam olarak ‘küre, daire, gökcismi’ demektir.

Ne olduklarina dair birden fazla sav var;

-Ölen kisilerin ruhlari/hayaletler
-Doğa enerjileri
-Cok boyutlu ışık varlikları
-Elektromanyetik ışımalar
-Bir takim belirlenemeyen bilincli varliklar
-Fotograf anomalisi
-Havadaki toz zerreciklerinden yansıyan flaş ışığı

Şekillerine göre üç gruba ayriliyorlar.

1. Orblar
2. Huniler (funnels)
3. Plasmalar

Genel ozellikleri:

-Sürü halindeler ve organikler/canlılar.
-Soğana benzer cok katli derinlikleri var.
-Hem fiziksel hem de eterik bedenleri var.
-Zeka ve Bilince sahipler: Bazi medyumlar onlarla konusabiliyor.
-Hizlilar… Çok çok hızlılar.

Baska bir boyuttan geldikleri dusunuluyor, bazı bilim adamlari bizim boyutumuzda görünür olabilmek için bu tur ruhların titresimlerini özellikle düşürdüklerini ileri sürüyorlar.


Ve NASA’da görevli bilim adamlarından Prof Klaus HEINEMANN fotoğraflardaki paranormal orblar gerçeğini desteklediğini açıklamıştır.

Prof. Klaus HEINEMANN, “Daily Mail”in “Strange orbs of light” başlıklı incelemesine katılan birkaç bilim insanından biridir. Prof. HEINEMANN, kendisiyle konuşan bir gazeteciye, ruhsal şifacıların bir toplantısında, karısının çektiği fotoğraflarda minyatür aya benzer ışık dairelerinin bulunduğunu gördüğü zaman çok şaşırdığını söylemiştir. Prof. HEINEMANN önce, bu ışıklı lekeleri su ve toz parçacıklarıyla ortaya çıkmış oluşumlar sanmışsa da, sonra merakını yenemeyerek yakından incelediği zaman onların bu kadar basit bir oluşum olmadıklarını anlamakta gecikmemiştir. Mikroskop teknolojisinde de epeyce bir deneyim ve birikime sahip olan Prof. HEINEMANN, resimlerin çekildiği kamerada da bir arıza bulamamıştır.

“Bununla da yetinmeyen Prof. HEINEMANN” diyen H. COURTENEY, Daily Mail’e hazırladığı araştırma yazısını şöyle sürdürüyordu: “bu gizemli dairelere neyin neden olduğunu düşünmeyi sürdürdü. Bunun için karısıyla birlikte orada burada yüzlerce dijital resim çekti durdu. Bu oluşuma neden olan gizemli etkiyi keşfetmek istiyordu. Pek çok çekimden sonra buldular. İnanılacak gibi değildi ama yakın gerçek buydu: Evet, bu gizemli daireler (“orb”lar) sadece, kendilerinden kameraya görünmeleri rica edildiği zaman ortaya çıkıyorlardı! Ayrıca, spritüel nitelikli toplantılarda onları çekme şansına daha çok sahip oluyorlardı.”

Prof. HEINEMANN bu ilk başarılı sonuca ulaştıktan sonra durmadı ve bu sefer daha sıkı ve kontrollü koşullar altında çekimlerde çift kamera kullanmaya başladı. Bu şekilde ve bu ikinci aşamada “orb” ların saatte 500 mil hızla hareket edebildiğini saptadı ve beklenen ilk açıklamasını yapmakta gecikmedi: “ Bence artık hiç kuşku yok ki, orblar, pekala şimdiye kadar beşeriyetin tanık olduğu bu realitenin ötesiyle ilgili bir oluşum olabilir. Şimdiye kadar ruhsal âlemin varlığı yokluğu konusunda ciddi ya da gayrı ciddi pek çok şey söylendi. Bence bu konunun şakaya gelir yanı yok. Fiziksel olmayan ama gerçek bir fenomen ile karşı karşıya bulunuyoruz. Artık sayıları giderek artan saygın bilim insanı ‘orblar’ konusunu kabul ediyor.”

Gazetenin bu konudaki ayrıntılı haberine göre, 2007’nin başlarında “orblar” üzerine ilk uluslar arası konferansı Arizona’da yapılmıştır. Dünyanın birçok üniversitesinden konuyla ilgili profesörlerin katıldığı bu konferansta ağırlıklı görüş “orblar”ın paranormal kökenli olmalarıyla ilgiliydi. Konferansa bildiri sunanlardan teorik fizik profesörü (madde ve şuur araştırmaları konusunda Stanford Üniversitesinde uzman bir araştırmacı olarak) William TILLER; dünya beşeri olarak bizlerin, görünen evrenin sadece onda birini algılayabildiğimizi söylemiştir.

İrlanda Ulusal Üniversitesi’nden teoloji profesörü Miceal LEDWITH de, “Bana göre, hiç kuşkusuz bu orb fenomeni gerçektir ve ciddi çalışmalara layıktır. Elimizdeki birikim sadece birkaç orb fotoğrafı değildir. Dünyanın dört bir yanından gelen yüzbinlerce gerçek orb fotoğrafı bulunuyor elimizde.”

Vatikan’da Uluslar arası Teoloji Komisyonu Üyelerinden olan Mr. LEDWITH’in sadece kendi özel orb resim koleksiyonu yüz bin parçadan oluşuyormuş. “Her boydan orb var: üç beş santimden, çapı 90 cm, 1 metreye kadar değişenler var. Ayrıca renk olarak da çeşitlilik gösteriyorlar. Beyazdan altın sarısına kadar her renkte olanı var. Zamanla kendi çekimlerimde anladım ki, çekimlerde flaş gerekiyor, gün ışığında bile. Çünkü orblar floresan ışıkta daha iyi görülebiliyorlar; bildiğiniz gibi, fotoğraf flaşında da floresan yayını vardır.”

Mr. LEDWITH’e göre (bir kısmı) bedensiz varlıklara, (bir kısmı da) enkarne olmak üzere sıra ve zaman bekleyen (yine “bedensiz”) varlıklara aittir. Yine Mr. LEDWITH’e göre orblar, fiziksel ortamlara henüz hiç enkarne olmamış bir tür enerji varlıklara ait oluşumlar da olabilirler…

Psişik önemi olan mekânlarda “orblar”ın fotoğrafları daha güzel çekilmektedir. Spritüel amaçlı ve ruhsal konulu toplantılar “orblar”ın görüntülenmesi için ideal fırsatlardır. Orblar, ruhsal şifa celselerinde de şifacının yakın çevresinde ve yoğun olarak da şifacının elleri civarında görülür.

Deneyimli fotoğrafçı Anna DONALDSON da konferansa katılanlar arasındaydı. A. DONALDSON ünlü medyum Keith WATSON’un da çalışmadayken birçok fotoğrafını çekmiştir. Ayrıca, A. DONALDSON; büyükannesinin Batı Sussex’teki evi yakınında oynarken kaçırılan Sarah PAYNE olayında da araştırmacılara yardım etmişti. Kaçırılan Sarah’ın, A. DONALDSON tarafından çekilen en son resimlerinden birinde sanki alev alev yanan ışıklı ve gizemli bir nokta da ortaya çıkmıştı. A. DONALDSON konferansta yaptığı konuşmada, “Benim aslında paranormal ile aram açıktır, inanmam. Bu ışıklı lekenin bulunduğu kareden dolayı makinemi tekrar tekrar kontrol ettim, hiçbir bozukluk yoktu. Eğer makine de bir şey olmuş olsaydı, çektiğim tüm resimlerde sıra dışı bir şey olması gerekirdi. Nihayet deneyimli fotoğrafçı medyum K. WATSON’u, çocuğun kaçırıldığı o noktada bir daha çekmeye karar verdi ve o karede de mavi bir orb görünmüştü medyumun görüntüsünün yanında. Ertesi gün aynı yerde çekilen resimlerde de orblar vardı ama renkleri değişik: Bu kez turuncu renkte.

Arizona Üniversitesi’nden psikiyatri profesörü Dr. Gary SCHWARTZ da konferansın konuşmacıları arasındaydı. G. SCHWARTZ “orblar”la ilgili çalışmalarını Katherine CREATH adlı optik bilimci ile birlikte yapmış.

Konferansın sonunda tekrar söz alan Prof. HEINEMANN, orblar konusundaki araştırmaların henüz emekleme aşamasında olduğunu ama eldeki fotoğrafların daha şimdiden spritüel gerçekliğin bilimsel kanıtlarını oluşturduğunu söylemiştir.

Orblar Dünya boyutları için yeni değildir, ancak dualitede hissedilir olmaları için kristalden indiler (güçleri azaldı). Bunlar 144 Kristal Izgaranın oluşturulmasından önce, çoğunlukla mavi veya altın küreler şeklinde gerçekleşti. Kristal Orblar yüksek boyuttan ışık enerjileridir ve kristalin fonksiyonda işlerler. Onlar kodlanmış Akaşanın prizleri (muhafazaları) ve aletleridir ve Kuantum Kristalin Alanın artan varlığının kanıtıdır. Amaçlı niyet veya mavi kopya ile doldurulmuş madde/antimaddenin gerekli parçacıklarını içerirler.

Bunlar yerkürenin ve insanlığın yeniden oluşumunun anahtarlarını taşıyan İlahi Bilinçli Zekalardır. Daha kesin olmak için, bunlar süreci tamamlayan ve dönüşümsel işleyişin zincirlerini birleştiren yüksek enerjileri çağıran ve çeken manyetik mavikopyalardır. Bunlar Yükselişin katalizör mekanizmalarıdır ve sayısız geometrik matrikslerde gerçekleşirler. Orbların bazıları insanların MerKiVic dönüşümü içindir ve diğerleri gezegenin makro dönüştürülmesi içindir.

Orblar kristalin genişleme yükleridir. Şu anda çoğu insan bu ‘orbları’ sadece dijital teknoloji fotoğraf imgeleri ve sezgisel ‘üçüncü göz’ algısı ile görebiliyor. Kozmik Tetikleyicinin Kristalin aşaması ışık içeriğiniz ve MerKiVic ilerlemeniz vasıtasıyla onlara çekilenleriniz tarafından onların çıplak gözle görülmesini sağlayacak.

İnsanlar sadece belli bir frekans aralığında duyabilmekte ve görebilmektedirler. Melek, Peri, cin ve diğer ışık varlıklar ise farklı bir frekansta titreşirler. Çok sayıda insan, sadece somut olana inandığından, ruhsal varlıkların olmadığını düşünüp, yok sayarlar. Bunun sonucunda bu varlıkların sundukları yardım elinin farkına varmadan, umutsuz bir yaşam sürerler.

Melekler ve Yükselmiş Üstatlar insanların dikkatlerini çekebilmek için, Orb olarak görünmeye başlatmışlardır. Böylece hem insanlara bir kanıt sunulacak, hem de Orb gören kişi ile temas kurulabilecektir.

Orbların daire şeklinde olmasının sebebi nedir ?

Bir Orb görüntüsü yakaladığınızda, siz ışık varlığın enerji alanını görmektesiniz. Işık beden veya merkabah normalde 6 köşeli yıldız şeklindedir. Varlık geliştikçe daire şeklini almaya başlar. Bu ise tamlığı ve bütünlüğü simgeler. Ayrıca küre diğer şekillerden daha yüksek bir enerjiye sahiptir ve enerji akışını kısıtlayacak köşeleri yoktur. İçindeki varlığı korur ve seyahati sırasında zarar görmesini engeller.

Neden her fotografta orblar görünmez ?

Orblar sadece belli bilinç seviyesindeki fotoğrafçıların çektiklerinde belirirler. Sevgi işin anahtarıdır. Orblar auraları genişlemiş beşinci boyut varlıklarıdır. Orbları görüntüleyebilmek için ya şanslı olmalısınız ya da yüksek bilince ulaşmalısınız.

Resimlerde Orblar yoksa o bölgede ruhani varlıklar yok mu ?

Hayır. Ruhani varlıklar heryerdedir. Bu fotografçının yanlış açıda olduğunu veya doğru bilinç seviyesinde olmadığını gösterir.

Orbları nasıl görüntüleyebiliriz ?

Sadece kalbinizi açın, melekleri ve varlıkları düşünün fotografınıza davet edin. Sonuca şaşırabilirsiniz. Birçok boyut bulunduğu ve hepsi farklı frekansta titreştiğinden bir çok değişik renk ve şekilde orblar görülebilir. Her melek, başmelek, ruh kendine özel bir şekle ve renge sahiptir. Her Orb merkez bölgesinden ilahi enerjiye bağlıdır ve en saf ilahi ışığı yansıtır. Dış hat korunma hattıdır. Korunma halkasının dışında aura bulunur ve bu bölge sizin auranızla temas eder. Böylece aranızda bilgi alışverişi sağlanır.

Not: Flaş kullanmayınız.

Derlenmiştir

.

Bitkiler Özel İletişim Ağlarıyla: "Konuşuyorlar"


Örneğin yonca bitkileri, bir iletişim ağıyla, her biri diğerini uyarabilir.

Radboud Üniversitesi'nden, araştırmacı Josef Stuefer tarafından yapılan son çalışma, bitkilerin birbirlerini uyarmak için kullandıkları, bir tür konuşma sistemine sahip olduklarını gösterdi.

Bu sebeple bitkilere, sadece öylece durup koparılmayı veya yenilmeyi bekleyen, pasif ve sıkıcı organizmalar gözü ile bakılmamalı. Bazı bitkiler, kendi aralarında, iletişim ağları oluşturuyor ve bu yolla, etkili bir şekilde bilgi alışverişinde bulunabiliyorlar.


Çilek, yonca, kamış ve eğrelti otu gibi bazı otsu bitkiler, doğal yoldan ağ oluştururlar. Münferit yaşayan bitkiler ise, belirli zaman aralıklarında, diğer bitkilerle bir takım ulaklar vasıtasıyla iletişim halinde kalıyorlar. Bu bağlantılar, bitkilerin, dahili kanallar aracılığı ile birbirleriyle bilgi paylaşmasına imkan veriyor.

Bitkiler ve bilgisayar ağları, birbirlerine oldukça benzer bir yapı sergilerler. Peki bitkiler, birbirleriyle, ne hakkında konuşmak istiyor olabilirler? Stuefer ve meslektaşları, yakın zamanda ilk defa, yonca bitkilerinin, düşmanlarının yaklaşması durumunda, birbirlerini bir ağ üzerinden uyardıklarını ispat ettiler. Eğer bitkilerden biri, tırtıllar tarafından saldırıya uğrarsa, iletişim ağının diğer üyeleri, içsel bir sinyal ile uyarılıyor.

Bir kez uyarıldıklarında, henüz dokunulmamış bitkiler, kimyasal ve mekanik dirençlerini kuvvetlendiriyorlar. Bu sayede, ilerleyen tırtıllar için, daha az çekici oluyorlar. Bu erken uyarı sistemi sayesinde bitkiler, düşmanlarına göre, bir adım önde oluyor. Deneysel araştırmalar, bitkilerin zarar görmemesi açısından, bu noktanın önemli bir sınır olduğunu gösteriyor.

Virüsler

Tabi birde, madalyonun ikinci yüzü var. Virüsler, sadece insanlarda ve internette karşılaşılan bir durum değildir. Bitkilerinde karşılaştığı bir hastalık durumudur. Öyle görünüyor ki, bitki virüsleri, birbirleriyle iletişim halindeki bitkilerin içinde hızla yayılmak için, mevcut altyapı sistemini kullanıyor. Bir bitkide oluşan enfeksiyon, hastalığı, ağ içerisindeki tüm bitkilere taşıyor.

Bu araştırma açıkça gösterdi ki, bizim, bitkilerde dıştan gördüklerimiz, gerçeğin, zayıf bir yansımasından ibarettir. Gerçeğin boyutları ve derinliği daha başkadır. Şu an, etrafımızdaki bitkilerin, sürekli iletişim halinde olduğu gerçeği, yeni araştırmaları gerektirmektedir.

.

Manyetik Alanların Rüyalarımız Üzerindeki Etkileri


İnsan beyni manyetik alanlar ile sürekli etkileşim içerisindedir ve hepimiz yeryüzünün manyetik alanı içerisinde hareket etmekteyiz. Bir pusulanın farklı yerlerde aynı yönü göstermesi de yeryüzünün manyetik alanının varlığını göstermektedir. Yeryüzünün manyetik alanı yer zemininden çıkıp gökyüzüne kadar devam etmektedir ve uzayda dünyamızı çevrelemektedir.

Manyetik alanlarla etkileşime en güzel örneklerden birisi kuşların manyetik alanı hissetmesidir. Örneğin bazı kuşlar göç ederken sadece Güneş ve yıldızların konumuna göre değil aynı zamanda Manyetik alanın yönüne göre de göç ederler. Bilimadamlarının yaptığı bazı deneylerde başının yan tarafına mıknatıs yerleştirilen bazı kuşların yollarını şaşırdıkları gözlemlenmiştir. Çünkü mıknatıs farklı bir manyetik alan oluşturur ve kuşun dünyadaki doğal manyetik alanı algılamasını zorlaştırır. Ayrıca uzay yolculuğu yapan astronotların da uzun süre Dünya manyetik alanından uzak kalmaları sonucunda bazı fiziksel rahatsızlıklar yaşadıkları belirtilmektedir.

Manyetik alanların sadece şiddeti değil yönü de çok önemlidir. Yeryüzünün manyetik alanı az önce belirttiğimiz gibi dikey bileşeniyle atmosfere kadar devam etmektedir. Yapılan ölçümler bazı bölge veya şehirlerin manyetik alanlarının daha güçlü olduğunu göstermektedir. Mesela maden yataklarının olduğu bölgeler veya bazı dağlar bu güçlü bölgelere örnektir. Güçlü manyetik alanları tespit etmek için özel ölçüm cihazları kullanmalısınız veya Jeofizikçilerin daha önce farklı bölgelerde yaptıkları manyetik ölçümleri incelemelisiniz. Ya da pusula türündeki aletlerin manyetik alandaki hareketlerine bakarak tahmini fikir edinebilirsiniz fakat bu son yöntemle doğru ölçümlere ulaşmak çok zordur. Manyetik alanların hangi bölgelerde daha yoğun olduğu hakkında hazırlanmış "Manyetik Alan Haritaları" vardır ve ayrıca "Maden Tetkik ve Arama" Genel Müdürlüğü?nün de hazırladığı haritalar bulunmaktadır.

"Bazı bölgelerin yani mekanların beynimize ve ruhsal yapımıza daha güçlü tesirleri olduğuna dair eski metinlerde örnekler de vardır. Mesela Hz.Yakup bulunduğu yerden Haran'a doğru yola çıkar ve güneş batıp gece olunca ordaki bir alanda uyur. Başını o yerdeki taşlardan birisine yaslar ve uyur yani başının altına taş koyar. Hz.Yakup uykuya dalınca mucizevi rüyalar görmeye başlar fakat bunlar sıradan rüyalar değildirler. Hz.Yakup bu bölgede uyurken rüyasında yeryüzü üzerine bir merdiven dikildiğini ve başının göklere eriştiğini görmüştür ve onda meleklerin inip çıktığını görmüştür. Hz.Yakup uyandığında bu bölgenin çok özel olduğunu ve buranın göklerin bir kapısı olduğunu söylemiştir."


Manyetik alanların uyku esnasında beyinle etkileşimine dair ilginç örnekler de mevcuttur. Mesela yoğun manyetik alanlarının olduğu bölgelerde uyuyan bir kişi hayatında görmediği netlikte ve gerçeklikte düşler-rüyalar görebilir. Hatta günahlardan arınmış insanlar bu rüyaları doğaüstü hallere kadar taşıyabilir.

Gerçekten de manyetik alanların fiziksel ve ruhsal yapımıza etkileri olup olmadığını denemek isteyenler Uyku esnasında başlarına yakın bir yerde mıknatıs bulundursunlar. Çünkü mıknatısların da manyetik alanları vardır ve bu da beynimizi yakın mesafede etkiler. Büyük bir mıknatıs bulmak biraz zor olabilir. Fakat müzik hoparlörlerinin içinde yani teyplerde sesin geldiği kolonların içerisinde büyük mıknatıslar bulunur. Dolayısıyla uyku esnasında herhangi bir hoparlörü de başınıza yakın tutarak bunu deneyebilirsiniz. (Teyp veya Hoparlörün elektriğe bağlı olmasına gerek yok kapalı olsun. Yani ses gelmesine gerek yok teyp çalışmasın) Ayrıca mıknatısın yani hoparlörün başa göre uzaklığı, yönü ve açısı da önemlidir (Sağ,Sol,Düz,Ters,Uzak,Yakın?v.s )

Farklı denemeler yaparak yani hoparlörün yönünü ve uzaklığını değiştirerek en uygun açıyı ve hoparlörün yerini farklı uyku denemeleri yaparak belirleyin. Fakat bunu sürekli denemek sağlığa zararlı olabilir o nedenle sadece birkaç defa deneme maksadıyla mıknatıs kullanabilirsiniz. (7-8 defa mıknatıs kullanmanın da bir zararı olmaz)

Nitekim asıl önemli olan yer zemininin yani Doğal Manyetik alanın yoğun olduğu alanları tespit edebilmenizdir.(Sağlık açısından Mıknatısı sürekli kullanmayın) Başta da değindiğimiz gibi doğal manyetik alanlar yer zemininden çıkıp atmosfere kadar devam etmektedir yani uzaya kadar ulaşmaktadır. (Mıknatıs sadece deneme içindir fazla kullanmayınız zararlı olabilir)

Elektromanyetik alanlar Manyetik alanlardan farklıdır. Mesela cep telefonlarından elektromanyetik dalgalar yayılır ve sağlığa zararlı olup olmadığı halen tartışılmaktadır. Fakat manyetik alanların (bizim başından beri bahsettiğimiz manyetik alanların) sağlığa zararlı olduğuna dair bilimsel bir bulgu yoktur.(Bizim bahsettiğimiz manyetik alana Statik yani durgun Manyetik alan da denilir) Mesela birçok hastanede MR dediğimiz Manyetik Rezonans cihazları kullanılmaktadır ve bu cihazlarda çok güçlü manyetik alanlar bulunmaktadır. Sağlığa zararlı olsaydı bu cihazlar günümüz hastanelerinde kullanılmazdı. Fakat dediğimiz gibi diğeri yani Elektromanyetik alanlar zararlı olabilir.

.

Timüs bezi; Mutluluk ve Sağlık

Timüs bezi, yaşam ve yaptıklarımızdan haz alma duygularının, konuşma ve gülümsemenin ana kaynağını oluşturur. Beyni uyararak konuşmayı ve gülümsemeyi aktivite eder. İlgili sinirleri, kasları ve hücreleri harekete geçirir.

Timüs bezi aktivitesini yitirmişse; aşırı asabiyet, ani davranış değişiklikleri, konuşmada tutukluk, yapılan esprilere duyarsızlık ve alınganlık olarak belirtiler görülür.

Timüs bezi, tiroid bezinin altında, kalp ve gırtlak chakrasının arasında, iman tahtası denen göğüs kafesinin altında ve soluk borusunun önünde bulunur.

Bu bez insanın bağışıklık sisteminin merkezidir. Yani bütün bağışıklık sistemi buradan yönetilir.

Timüs bezi ne kadar çok titreşirse kişi o kadar sağlıklı ve bağışıklık sistemi sağlam olur.

Anadolu'da ağıt yakan kadınların göğüslerine vurduklarına hepiniz şahit olmuşsunuzdur. Bu refleks kaynaklı basit bir el hareketi değildir. Bu beynin otomatik gerçekleştirdiği bir davranıştır.

Timüs göğüs kafesinin üst kısmının tam arkasında, göğsün ortasında yer almaktadır. İki parmakla timüsün üzerine gelen noktaya vurularak uyarılması ve dilin, üst dişlerin arkasında damağa ve ağzın tavanına değdirilmesi (Khechari Mudra) Timüsün uyarılmasını sağlamaktadır.

Kişi göğsüne vururken Timüs bezini titreştirir. Bu sayede üzüntü kaynaklı bağışıklıkta meydana gelen direnç azalmasının önüne geçmeye çalışır.

Timus bezinin bulunduğu noktaya günde en fazla iki kere kapı tıklar gibi 4-5 vuruş yapmak yeterli olacaktır.


-Tarzan niye göğsünde davul çalıyor zannediyorsunuz?

Timüs uyarıldığında salgıladığı hormonlar kişide haz ve mutluluk duygusu yaratır. Çünkü timus aktive olduğunda bedenin kimyasının değişimine neden olur. Bu değişiklik sinir sistemini sakinleştirir ve beyin fonksiyonlarını hızlandırır. Bu da kişide rahatlama duygusu yaratır.

Bu bez ne kadar sıklıkla titreştirilirse kişi o kadar genç ve sağlıklı yaşar ayrıca geç yaşlanır. Sizde parmaklarınızla göğsünüzün ortasına yapacağınız küçük vuruşlarla timüs bezini titreştirebilirsiniz.

Yada daha basit bir yolu kullanırsınız, 'kahkaha' atabilirsiniz. Çünkü kahkaha da göğüs kafesini titreştirdiği için bu bezi harekete geçirir.

Ve tabi ki şarkı söylemek de bağışıklık sistemini güçlendirir ve sizi genç tutar.

Timus bezini aktive etmenin diğer yollarından biri de "aum / om" mantrasını yüksek sesle söylemektir.

Timüs bezinin sağlıklı kalabilmesi ve görevini tam yapabilmesi için, Hipofiz bezinin yeterli Endorfin ve Serotonin salgılaması gerekmektedir. Endorfin ve Serotonin salgıları Tiroit, Timüs ve Kalbe akarak sükunet, huzur ve mutluluğu tetiklerler. Endorfin ve Serotonin salgıları Timüs bezinin ve kalbin kesintisiz enerji kaynağıdır.

Timüs'ün ürettiği T hücreleri olarak adlandırılan lenfositler bedene zarar verebilecek zararlı hücreleri yok etmektedir. Bağışıklık sistemini çökerten hastalıkların ölümcül olması, T hücrelerinin haberleşme hattını kesmelerinden kaynaklanmaktadır.

Timüs yaşla birlikte gerileyen bir organdır. Fazla heyecan, stres gibi durumlar sık görülürse timüs atrofiye uğrar ve görevini yapamaz hale gelir, bağışıklık zayıflar.

-Çocuklarda iri olan Timus ergenlik döneminde bir ceviz kadar irileşiyor.

Ama yas ilerledikçe bir bezelye tanesi kadar küçülüyor, yaşlılıkta ise tamamen köreliyor. Ama stresten uzak ve kaybetme korkusu olmayan ileri yaslarda bile hala ceviz büyüklüğünü koruması, bilimin henüz çözemediği alanlardan biri.

-Timusu uyarmanın birinci yolu gülmek. Yani gerçek, içten, sıcak bir gülüş, bir kahkaha. Her gülündüğünde timus bezi aktive oluyor. Her aktive olduğunda bedenimize kimyasal dalgalar göndererek kendimizi iyi hissetmemizi sağlıyor. Yapılan araştırmada gülmenin timusu ve beynin değişik haz bölgeleriyle bağlantısı olan kasları harekete geçirdiği ve insanda haz duygusu yarattığı kanıtlanmış.

-Timusu uyarmanın ikinci yolu iki parmakla timusun üzerine gelen noktaya vurulması, yani elle uyarmak.

-Timusu uyarmanın üçüncü yolu ise Khechari Mudra yani dilin üst dişlerin arkasında damağa ve ağzın tavanına değdirilmesi. Dr. John Diamond ve ekibi dilin bu pozisyona getirilmesi ile sol ve sağ beyin küresi arasında denge oluşmasını sağladığını tespit etmiş. Bu da insanin daha iyi düşünmesi ve kendini daha iyi hissetmesine yardımcı oluyor.

Timüs kapsülünün üzerine gündüzleri bir kaç saatliğine Elmas veya Kuars türü kristaller takı olarak takılması durumunda siklon enerji girdabı oluşur. Siklon enerji bedenimize yönelik negatif enerjiyi bertaraf ederek, enerjinin geldiği yere katlanarak geri iade eder. Pozitif enerjiyi ise, kendisi neşreder. Aynı zamanda bedenimize yönelen pozitif enerjiyi katlanarak bedenimize çeker. Kısacası; pozitif enerjiyi çeker, negatif enerjiyi iade eder.

Çinko eksikliğinde ise timüs bezi hafifler ve T-Killer hücreler ve NK-hücre aktivitesi azalır ve kanser riski artar

-Dr.İlhami Güneral'in kitabından

Timüs'ü aktive etmenin bir diğer yolu ise 250 Watt Xeroterm / Radium lamba kullanmak; "Işıkla birlikte verilen ısı T hücrelerin üretim merkezi olan Timüsün canlanmasını sağlıyor. Bunun için bedeni örten bir bez alınarak Timüs bölgesine gelecek kısım 6-8 cm.çapında daire olarak kesiliyor. Bir askıya asılan lamba ile aramızda yaklaşık 35 cm. olacak şekilde yatarak lambadan gelen ısı ve ışınla Yaklaşık olarak 20-25 dak. süresince Timüsümüzü uyarıyoruz.

Not: Seans esnasında gözler ışıktan korunmalı ve çalışma bir uzman denetiminde yapılmalıdır.

-Bir de Google'dan bakalım: Mutluluk ve Timus bezi ..

Mutlu duyguların hissedilmesinde hormonların rolü büyük. Bedenimizde o hormonları salgılayan salgı bezlerinden minicik ama çok güçlü bir salgı bezi var: timus.

Timus uyarıldığında salgıladığı hormonlar kişide haz ve mutluluk duygusu yaratır. Çünkü timus aktive olduğunda bedenin kimyasının değişimine neden olur. Bu değişiklik sinir sistemini sakinleştirir ve beyin fonksiyonları nı hızlandırır. Bu da kişide rahatlama duygusu yaratır.

Avustralyalı Nobel ödüllü kanser araştırmacısı Sir MacFarlane Burnet timus bezinin aktif hale getirilmesiyle insan bedeninin kendisini kanserden koruyabilme yeteneğine sahip olacağını savunuyor...

Unutmayınız, sağlık ve mutluluk bizlere 'Tek tık' kadar yakın...

Derlenmiştir

Not: Sakatat gıdaların içerisinde "uykuluk" diye tabir edilen kısım kuzunun timus bezidir.. Şifalı oluğu ve insanı gençleştirdiği rivayet edilir. (Evde pişirmeyiniz çok kötü kokar, açık havada hazırlanması önerilir..)

.

21 Eylül 2012 Cuma

Evren, Dev Bir Bilgisayar Tarafından mı Yönetiliyor?


Uzay bilimcilerinin ortaya attığı bu teze göre, evrenin tamamı, inanılmaz bir dikkatle programlanmış, dev ölçülerde bir bilgisayar tarafından yönetiliyor.

Bu görüşü ortaya ilk atan Amerikalı uzaybilimci Edward Fredkin:

"Belki 5 belki 6'ıncı boyutta olduğu için onu göremiyoruz. Belki meta-evrende. Ona istediğiniz ismi verin. İster Tanrı, ister Allah, ister Yaratıcı deyin ama o her şeyi, olağanüstü derece iyi programladığı bir bilgisayardan yönetiyor" diye konuşuyor.

Dünya'da büyük yankılar yaratan araştırması konusunda Fredkin:

"Evren ve tabii ki Dünyamız, üç boyutlu atom ve elektron seviyesinde bir otomasyonla çalışıyor.  Dünya, nasıl oluyor da Güneş'in çekimine karşı, kendi düzenini kurmuş. Normal olarak gidip, Güneş'e çarpması lazım. Ama Dünya'nın, ne kadar döneceği, ne ölçüde yaklaşacağı, eğimi hepsi ayarlanmış" şeklinde konuşuyor.

-Evren dev bir bilgisayar mı?

Edward Fredkin, Dünya'nın, fizik ve bilgisayar alanında en ünlü 3 isminden birisi. Yirmi yıl önce, 34 yaşını yeni doldurduğunda, Edward Fredkin, Dünya'nın en ünlü okullarından biri olan MIT'te (Massuchusettes Institute of Technology), profesör olmayı başaran bir bilimadamı.

Bu bilim adamının düşünceleri, en alışılmışın dışında olanlardan, en alışılmamış teorilerden birini ortaya çıkardı: "Digital fizik" teorisi.

Edward Fredkin, evrenin, bir bilgisayar tarafından yönetildiği görüşünde. Fredkin, çalışmalarını, modern bilimin "alaca karanlık" bölgesinde sürdürmekte. Yani, bilgisayar ve fizik bilimlerinin birbirleriyle kesiştiği yerde. Bu noktada Fredkin'e göre bilimin temelinde bulunan madde ve enerji kavramları, çarpışarak bir üçüncüyü yaratıyorlar: "Bilgi"

Bu üç kavramın arasındaki ilişkinin ne olduğunun, henüz net bir açıklaması yok. Konunun,tam belirginlik kazanmamasına rağmen, bu iddia bilim dünyasında bir çok sesin yükselmesine yol açacak kadar önemli yankılar oluşturdu.

-Bilgi nedir?

Bazı bilim adamları, madde ve enerjinin sadece bir şekli olduğunu vurguluyorlar ve örneklerini şöyle sıralıyorlar:

"Bilgi, bir bilgisayarın elektronlarında veya bir beyinin nöronlarında (sinir sisteminin temel hücresi) şekil kazanmakta veya daha somut bir örnek olarak, bir radyo dalgasındaki bilgi şeklidir."

Bir diğer grup bilim adamının görüşlerine göre ise bilgi, madde ve enerji ile eşittir. Böylece, fiziksel gerçeğin üç çeşit unsuru olarak evrende,"madde, enerji ve bilgi vardır" diyorlar.

Fredkin ise daha ileriye giderek,"digital fizik" teorisine göre, bilginin, madde ve enerji kavramlarından daha önemli olduğunu savunmakta. Fredkin'in inancına göre, atomlar, elektronlar, bilginin çok ufak bir parçasından oluşuyorlar. Yani bir bilgisayarın veya hesap makinalarının içerdikleri bilgi parçaları gibi. "Ve evrendeki her şey gibi, bu bilgi parçacıkları bir tek program kuralına göre hareket etmektedir" diyor ünlü bilim adamı.


-Üç önemli soru

Fredkin'e göre, kural, fizik kurallarından daha basittir ve her şeyin sebebi ve ilk hareketi olarak tanımlanabilir.

Fredkin:

"Cevap bekleyen üç büyük soru var. "Hayat nedir? Düşünce ve hafıza gibi şeyler nedir? Ve evren nasıl çalışır? Benim teorim, aslında üçünü de kapsıyor. Eğer hayatı örnek olarak alırsak, DNA(deoxiribonukleik asit), yani digital kodlu enformasyonun iyi bir örneğidir. Bir canlının veya bir bitkinin ne olacağını belirleyen bilginin kodu buradadır. DNA, bilginin simgesidir. Bu bilgiyi alıp bir varlığın yaratılmasını yönlendiren bir mekanizma vardır." diyor.

Fredkin hiçbir zaman, mükemmel ve mantıklı açıklaması olmayan bir probleme rastlamamış ve zekanın, sınırsız olarak yönlendirilebileceğine inanıyor.

Bilgisayarlara olan ilgisini pekiştirmek için 10 yıl önce, Fredkin, Dünya satranç şampiyonunu mağlup edecek bir bilgisayar programının yartıcısı için, 100 bin dolar değerindeki Fredkin ödülünü koymuş. Bu güne kadar hiç kimse ödülü kazanamamış ve Fredkin ödülün değerini bir milyar dolara çıkarabileceğini ummuyor.

Fredkin, çeyrek yüzyıl önce kendi dünya görüşünü şekillendirmeye başladığında, bilgisayar alanında, fizik, kimya, psikolji gibi bir çok bilimin buluştuğunu görmüştür.

Fredkin:

"Söylemek istediğim şu ki,karmaşıklığın temelinde fiziki yönden düşünürsek bilgi mekanizması bulunmakta. Karmaşıklığın daha üst katlarında hayat ve DNA (biyokimyasal fonksiyon), bir digital bilgi mekanizması tarafından yönlendiriliyor. Ancak her şeyin bilgi olarak görüntülenmesinin iyi olduğunu söylemek istemiyorum. Bu, Dünya'daki her şeye matematik olarak bakmak gibi bir şey olur. Yani bilgi tek başına her şeyin yerini tutar anlamını taşımaz." diyor.

Fredkin'in digital fizik teorisine katılan bir diğer bilim adamı, bilgisayar uzmanı Marvin Minsky. Marvin, Fredkin için, "Einstein-benzeri" demekten kaçınmıyor.

Minsky:

"Eğer bir çok fizikçi, Fredkin'in bilim sınırlarının dışında olduğuna inanıyorsa, bu, bir çok fizikçinin teori icat etmeyen kimseler olduğundandır" diyor.

Californiya Teknoloji Enstitüsü'nün Nobel ödüllü bilim adamlarından Richard Feynman, 1988'de ölmeden kısa süre önce yaptığı bir açıklamada, Fredkin'in kendine özgü, parlak düşünceli bir uzman olduğunu, fizikte yararlı ve yeni bir yol çizecek birisi varsa, ancak Fredkin'in olabileceğini ilave etti.

Fredkin'e göre, her şeyin ilk hareketi, evreni yöneten prensibi, "hücresel otomat"olarak adlandırılan bir çeşit bilgisayar programında bulunuyor.

Amerikalı ünlü bilim adamı Fredkin'in buluşlarından sonra, başta Yerçekim kanunu olmak üzere bir çok kuralı bilim dünyası yeniden incelemeye başladı

Fredkin:

"Bizleri yöneten programın dışına çıktığımız an, onu bulacağız. Belki gözle göremediğimiz 5 veya altıncı boyutta. Ama mutlaka bizim içinde bulunduğumuz evrenin dışında" diyor.

Bilim adamına göre, evrenin bir bilgisayar olduğu fikri, evrensel bilgisayar fikrinden doğmuştur. Evrensel bir bilgisayar, her mekanizmayı harekete geçirebilir. Bu mekanizma ise tam olarak tarif edilebilir ve mümkün olan tüm hesaplamaları yapabilir.

Amerikalı dahi bilim adamı:

"Onbinlerce yerde tezimi doğrulayan noktalarla karşılaştım. Avımın izini bulmuş bir avcı gibiyim. Ama yerini daha bulamadım. Ama eminim orda bir yerde" diyor.

-Evrende her şey programlı

Fredkin'e göre, evrende her şey programa bağlı. Dolayısıyla insanların yaptığı her şey de aynı şekilde.

Amerikalı bilim adamı bakın bu konuda neler anlatıyor:

"İsaac Newton'un çekim teorisinde tedirgin edici bir şeyler vardır. Güneş ve Dünya arasında bir çekim gücünün olduğunu söylemek, o zamanlar hayal gibi geliyordu. Ve açıklanması da pek kolay değildi. Böyle bir mesafede böyle bir etki nasıl mümkün olabiliyor. Dünya, Güneşe bakarak mesafeyi değerlendirip, çekim teorisi kurallarını dikkate alarak mı, nereye doğru ve hangi hızla hareket edeceğini tesbit ediyor? Newton bu tür soruları atlamıştır. Ve teorisinde Latin kökenli 'Si Eset (gibi)' kelimesi bulunmaktadır. Yani konu bir varsayımla tamamlanmakta. Ancak fizikçiler, neden her şeyin elektromanyetik ve çekim kurallarına göre hareket ettiklerini açıklamak için çaba sarfetmezler. Kural kuraldır."

Fredkin, bu kuralları, gözü kapalı kabul etmek istemiyor. O, sadece kuralları değil, kuralları zorlayan bir merkez kurmuştur: Bilgisayar.

Fredkin'in inancına göre, "orada bir yerde bilgisayara benzeyen bir gücün, evrensel hücresel otomat kurallarına göre çalıştığıdır."

Bu inancıyla Fredkin, fizik ve metafizik arasındaki sınırları aşıyor. Eğer Fredkin de, Nevton gibi (Si Eset) cümlesini kullanarak, "Evren bir bilgisayar gibidir" diyebilse ve kabul ettirebilse büyük bilim devrimi yaratabilecektir.

Öte yandan son zamanlarda, Stephen Wolfran gibi tanınmış bilim adamları da bu teoriye karşı çıkmıyorlar. Stephen Wolfran, bilimsel kuralların artık algoritim olarak yeniden gözden geçirilmekte olduğunu, fizik sistemlerinin ise artık bilgisayar sistemleri veya bilgi üretici sistemler olarak ele alındığını ve yeni bir çekim örneğinin doğduğunu belirtiyor.

Fredkin'e göre en iyi fizik, metafiziktir. Ancak metafiziğin problemi de sosuz derin bir konu olmasıdır. Cevabı verilebilen her soru için başka başka sorular ortaya çıkıyor. Örneğin Fredkin'in söz ettiği bu bilgisayar nerededir? Evrende midir? Veya nesnelerin görünmez olduğu beşinci veya altıncı boyutta mıdır? Acaba bir metaevren midir? Bu soruların cevabını nerede bulabiliriz?

Fredkin'in teorisinden meydana çıkan başka sorular da cevap bekliyor. Eğer madde bilgi sonucu ise bilgi neyin sonucudur? Ancak tüm bu sorulara Fredkin'in cevabı şöyle oluyor:

"Her şeyden önce bilginin neden meydana geldiği önemli değildir. Sözettiğiniz bilgisayar alışılmış elektronik türden olabilir veya dev boyutlarda başka bir makina da olabilir. Veya hayal edemediğiniz başka bir şey de olabilir. Ne fark eder?

Bunların yanı sıra bilginin, neden yapılmış olduğunu veya ne tür bir makinadan çıktığını, hiçbir zaman öğrenmek mümkün değildir. Çünkü sahip olduğumuz evren, Fredkin'in belirttiği gibi sınırlıdır. Ve bazı şeyler içindedir. Bazı şeyler ise değildir. Bu bilgisayar ise, bizim evrende değildir.

Örneğin bir bilgisayarda, insanlar ve fikirleri kadar karmaşık bilgi parçaları olduğunu düşünürsek, bu parçalar her ne yaparlarsa yapsınlar, hiçbir zaman onların varolmalarını sağlayan bilgisayarın ne olduğunu bilmeyecekler. Çünkü yaptıkları her şey, söyledikleri her şey bir programa bağlıdır."

Bu açıklamaları ile bilimin bazı konularda etkisiz kaldığını kabul etmektedir. Bilimin etkisiz kaldığı bir başka konu ise, evrenin doğuşu hakkındadır. Öte yandan bir başlangıcın olduğu kabul ediliyor. Big Bang(Büyük patlama) olarak adlandırılmış. Ancak fizik kuralları, her hangi bir madde ve enerji miktarının olduğunu kabul etmiyor. Dolayısıyla evren olmadığı, yani madde ve enerjinin olmadığı zaman ne vardı? Fredkin ise, evrendeki kurallara göre bir şeyin, hiçten yaratılmasının mümkün olmadığını söylüyor. Bunu mümkün kılmak için algoritm kurallarını hayal etmek gerekir.

Evreni yaratan mekanizmanın ne olduğu, Fredkin'e sorulduğunda, "evren neden yaratıldı?"s orusuyla cevap verecektir. Neden burada "hiç"in yerine bir şeyler vardır?

"Ve sorular sıralanmaya devam edecektir. Ta ki bizleri yöneten programın dışına çıkabileceğimiz ana kadar" diyerek, ünlü bilim adamı sözlerini noktalıyor.

-Fırtına kopardı

Bilim dünyasında çok önemli bir yeri olan aylık Amerikan dergisi Dialogue, genellikle sayfalarını bilimdeki en yeni ve çarpıcı tezlere ayırmakla tanınıyor. Dergi, son sayısında evrenin, bir bilgisayarla yönetildiği tezine yer verince, gerek Amerikalı gerekse Avrupalı bir çok uzay bilimciyi hararetli bir tartışmanın içine çekti.

Kaynak: Dialogue, Şubat, 1989

.