23 Mayıs 2013 Perşembe

Paul Auster / Mr. Vertigo - Yükseklik Korkusu


1994′de ilk basımı gerçekleştirilen bu kitap beni nedense hayli etkilemişti. Geçenlerde ikinci kez okuma lüksünü verdim kendime. Farkettim ki; beni o kadar çok etkilediğini düşündüğüm romanın duygusal olarak hoşuma gitmeyen kısımlarını hafızamdan silmişim veya hiç kaydetmemişim. İyiki de okumuşum; bu sayede hem kendimi, hem de kitabı tekrar analiz etme imkanım oldu. Zira bu kitabın önemli özelliklerinden biri analiz. Bu kitabın bir kısmını çok net hatırlarken, neden bir kısmını hiç okumamış gibi unutmuşum, hatırladıklarımın ve unuttuklarımın önemi ne, bende nasıl bir duygu oluşturmuş, neleri çağrıştırmış diye düşünmemi sağladı. Auster, işte bu şekilde, nerdeyse kahramanın her önemli hareketini bir psikiatrist edasıyla kahramanın kendisine analiz ettirmiş.

Kurgu insanın gerçeklik algısını değiştirebilecek kadar sağlam. Bir gün görüştüğüm bir yazar “romanın güzel ve iyi roman olmasını sağlayan en önemli  özelliğinin, okura kitapta yazanları gerçekmiş gibi hissettirmesi” olduğunu söylemişti. İşte bu roman o gerçeklik algısını muhteşem şekilde hissettiriyor.

Roman kahramanı hikayenin başında 9 yaşında olup, anası, babası ölmüş ve zalim bir dayı elinde sokaklarda dilenerek büyüyen bir çocuk; Walter. Romanın duygusal kahramanı olan Yehudi ise çocuğu Saint Louis sokaklarında bulup, ona kendisiyle gelirse, uçmayı öğretme sözü veren bir Macar sihirbaz. Mekan, 1920′lerin sonundaki Amerika. Amerika diyorum çünkü hikaye hakikaten, biraz abartırsam, Amerika’nın tüm şehirlerinde geçiyor. Kahraman her Auster romanında olduğu gibi bir beyzbol ve şehir fanatiği. Walter’ın uçmayı öğrenme esnasında iki kahramanın birbiriyle ve çevresiyle kurduğu ilişki, kişiliğinin temellerini atıyor. Sevgi ve güven, kaybetme korkusuyla birleşiyor. Walter önce uçmayı öğreniyor, ardından her geçen gün bir bir elindekileri önce kaybediyor, sonra başka değerler kazanıyor. Zaten hikaye eden kişi de, hikayede kitabı yazan da Walter. Sanırsınız Auster  sadece ismini vermiş kitaba. O kadar gerçek anlatmış ki, Walter arada kendini kaybedip hızla ileri tarihlere gidince, kahramanı durdurup “nerde kalmıştık” dedirterek anlattığı güne geri döndürüyor. İç hesaplaşma gibi kendine neyi, nasıl, neden yaptığını sorgulatıyor. Bir çocuğun, bir ergenin, bir kadının, bir erkeğin duygularını olağanüstü bir empatiyle resmediyor. Gören de Auster aynı anda hem bir erkek, hem bir kadın, hem bir çocuk, hem de bir ergen zanneder.



Yükseklik Korkusu’nda amcası tarafından bir çingeneye satılan Walt RİPLEY'in yaşadıkları anlatılıyor.

Adına büyümek adını verdiğimiz zorlu süreç bu çocuk için daha da zorlu geçiyor.Büyürken düşlerini de gerçekleştiren kahramanımız,bu düşlerin ağır bedelleri olduğunun farkına geç varıyor.Walt uçmayı öğreniyor.Gerçekleşen büyük düşlerin büyük bedelleri de ödeniyor.

Fantastik öğeler içeren kitap,Amerika’nın gerçeklerini de yansıtmayı ihmal etmiyor.Anlatılanlar her ne kadar mantığa aykırı olsa bile, belki uçmak çoğu kişinin hayali olduğundan,okurken insan olaylar için gerçekten olmuş hissine kapılıyor.

Yirmili yıllarda, Amerika'nın St. Kouis kentinin sokaklarında dilencilik ayaparak yaşamaya çalışan dokuz yaşındaki kimsesiz Walt Rawley, gösteri dünyasında çalışan Macar asıllı Yehudi Usta'nın dikkatini çekip onun koruması altına girince bütün yaşamı değişir.

Bu cin gibi, azimli ve bıçkın çocuğu, Yehudi Usta hamur gibi yoğurur ve kafasındaki planları gerçekleştirecek olağanüstü bir tip yaratır ondan. Walt on iki yaşına geldiğinde, inanılmaz bir beceriye kavuşmuş, sıradan bir sokak çocuğuyken, Harika Çocuk Walt olmuştur.

Bir yandan da toplumdışı, marjinal insanlarla dolu bir dünyanın kapıları açılmıştır önünde. En ufak bir eğitim görmediği halde  Yehudi Usta'nın dostları sayesinde okuma-yazmayı da öğrenir. Yetişkinliğe adım attıktan sonra Walt'ın içinde yaşadığı görkemli günler sürecek midir? Her izleyeni büyüleyen inanılmaz becerisi neye dönüşecektir?

Sokak çocuğu Walt'ın dokuz yaşından başlayıp yaşlılık yıllarına kadar iniş-çıkışlarla dolu, renkli yaşamını anlatan ve onun kişiliğinde insanın kimlik sorununu ve düşleri gerçekleştirmek uğruna ödenen bedelleri irdeleyen Paul Auster'ın bu hareketli romanı, birbirine bir baba ile oğuldan daha yakın olan iki kişinin serüveni olduğu kadar, bir hırsın ve bir mucizenin de romanı.

Rastlantıların kurgu Tanrısı Paul AUSTER, Amerikan edebiyatının en parlak temsilcilerindendir. Yazar romanında özetle, dokuz yaşında bir çocuğun mucizelerle ve zorluklarla beslenirken erişkin bir adama dönüşmesini o kendine özgü üslubuyla anlatmıştır.

“Yaşamaya devam etmek için bir nedenin olmadığını düşünürsen, başına neler gelebileceğini umursaman da çok güçtür. Ölmek istediğini düşünürsün, sonra da herşeye hazır olduğunu keşfediverirsin. Hatta yabancının biriyle gecenin içine karışıp gitmek gibi çılgınca birşeye bile...”

Walt. Dokuz yaşında sokaklarda dilencilik yapan öksüz bir serseri iken Amerikanın en çok tanınan mucize çocuğu olmuş, izleyenleri şaşkınlığa düşürüp dakikalarca havada kalarak yeryüzünün tüm yasalarını yerle bir etmişti. Mucize çocuğumuz bunu nasıl yaptı diye soracak olursanız, size cevabım; ‘Her ruh eninde sonunda kendi yolunu bulacaktır.’

Yıl 1926’dır ve New York borsası henüz çökmemiş, Amerika tarihinin en ciddi ekonomik buhranını henüz yaşamamıştır.

Anlık bir kararla bir yabancının peşinden giden Walt, kendini Nuh’un gemisinden kaçmış gibi görünen insanların yaşadığı bir evde bulur. Onu eve götüren Yehudi Usta dedikleri adam Walt’u ilk önce erkek mi, kadın mı, yoksa ayı mı olduğu belli olmayan Sue Ana ile tanıştırır. Şaşkınlığını atamadan bir ikincisiyle; 15 yaşlarında karadan da kara Afrikalı çelimsiz çocuk Aesop’la karşılaşınca , çenesini daha fazla tutamayan Walt için ’Ben bir zencinin elini sıkmam’ dediğinde ilk dersi başlamıştır.

Saint Louis sokaklarından gelmiş bir serseri için insanları görünüşlerine göre yargılamamak ancak uçmak kadar kolay olabilirdi. Ama büyümek için de uçmak içinde en doğru öğretmeni bulmuştu ve bu fark etmesi için burnunun biraz daha sürtülmesi gerekiyordu. O eve gelişiyle birlikte anlayamadığı zor şeyleri keşfetmeye başlayacak, hayatının en ciddi deneyimini yaşayacaktı. Sürekli meşgul ve kızgındı. Gelecek kışa hazırlanmak üzere diğerleriyle birlikte o da tarlada çalışıyor olsa da ev halkının ılımlı ve dostça davranışlarına karşılık hala hırçınlık eden, Yehudi Ustanın değimiyle kafası irin dolu bir serseriydi. Aradan aylar geçmiş olmasına rağmen Walt, Yehudi Usta’nın söz verdiği gibi uçabilmeyi bırak, yerden birkaç mm. bile yükselemediği gibi bir de ırgat gibi çalıştırılıyordu. O buna çok bozulsa da evde sakin bir düzen sürmekteydi. Evi çekip çeviren ve yemekleri gerçekten nefis olan Sue Ana’nın soğuk ama gerçek sevgisine Walt da cevap vermeye başlamıştı. Ama Yehudi Ustanın baş tacı yaptığı şu kitap kurdu zenci fena halde sinirine dokunuyordu. Kibar, kültürlü ve çalışkan Aesop ise kardeşiymiş gibi davranıyordu ona. Okuması olmayan Walt için bir zencinin böylesi mütevazi üstünlüğü daha da eziciydi.

Sonunda kaçmaya karar verdi. Zaten uçmayı öğrenebileceği fikrine nasıl olmuşta inanmıştı. O pis Yahudi çingene onu kandırmış, bir hayvan gibi çalıştırmıştı. O ise özgür olduğu, tehlikenin kol gezdiği çöplüğünü, sokakları özlüyordu. ‘Tarlada çalışmak bu taşra kuşlarına göre’ diyordu. Ama ev şehir merkezine öylesine uzaktı ki, defalarca denemiş olmasına rağmen daha yolu yarılamadan Yehudi Ustaya yakalanıyordu her seferinde. Adam onu izliyordu sanki. Karlı bir günde başardı kaçmayı. Artık şehrin içinde kaybolabilecekti, tabi şehre ulaşabilseydi. Hava öyle ağırlaşmış, hele bir çocuk için öyle soğumuştu ki, kararlı ve güçlü küçüğümüz oracıkta bayılıverdi. Şehre epey yaklaşmıştı aslında ama hava gerçekten çok soğuktu. Eğer Yehudi Usta onu bulup zamanında eve getirememiş olsaydı çoktan tahtalı köyü boylamış olacaktı. Uzunca bir süre ateşler içinde yattı. Evde herkes onun için seferber olmuştu. Yehudi Usta bile geceleri yanından ayrılmıyordu. Hatta bir gece başucunda ağladığını, Sue Ana ile birlikte dua ettiklerini fark etmişti. Ona böylesine sert davranan kalpsiz Yahudi şaşırtmıştı yine. Aesop ise gündüzlerini yatağının yanında yüksek sesle hikayeler okuyarak geçiriyordu. Walt çoğunu duyamamış yada anlayamamış olsa da sevgiden bir haber bir küçük için mutlu bir şaşkınlıkla çabucak iyileşiyordu.

Aradan aylar geçmiş, henüz uçmayı öğrenememiş olsa da Yahudi, zenci ve kızıl derili karışımı bu garip ailenin çocuğu oluvermişti. Cahil ve kaba olabilirdi ama nankör değildi. Yehudi Usta sürekli onu izliyordu ve bir gün; ’32 dersin 17 tanesini tamamladın. Şimdi asıl zor kısmı başladı’ dediğinde gözleri daha farklı parlamaya başlamıştı nihayet. Dersler hakikaten başlamıştı ama bu işkencelere ders demeye bin şahit isterdi. Her ders sonrasında çocuk bir sonraki ders için günlerce yatmak ve yaralarının iyileşmesini beklemek zorunda kalıyordu. Sue Ana onun sevdiği yemekleri yapıyor, yaralarına değişik otlardan yaptığı kötü kokulu ilaçlar sürüyordu. Aesop öyle kahramanların cesaret öykülerini anlatıyordu ki. Bir gün Walt’un adaşı olduğunu söylediği bir kahramanın hikayesini okudu. Sir Walter RALEİGH. Yüzündeki çizgileri ezberlediği bu cesur adam, kardeşi Aesop’un armağanıydı artık ve tüm yaşamı boyunca yanından ayırmayacaktı. Çalışmalar sonuç verdiğinde yorgunluktan halının üstünde düşüp bayıldığı bir gün vücudunu yerden yarım metre kadar havada salınırken bulmuştu. Sonrası yeni keşiflerle, yeni başarılarla ve de en çok yeni acılarla dolu bir hikaye.

Bir sokak serserisinden iyi bir evlada, mucize çocuk Walt RİPLEY‘den bir Hollywood kahramanına dönüşen çetrefilli bir yolun sonrasında yalnız ve borcunu ödemiş bir yetişkin olan Walt’un hikayesi bu.

.