6 Ocak 2013 Pazar

5 Filan Değil; En Az 33 Duyu Sahibiyiz



Hepimiz sıcaklığı, basıncı, dokunmayı hissetmez miyiz? Eklem pozisyonumuzun konumunu, vücut hareketimizi, dengeyi, idrar kesesinin doluluğunu, midedeki açlığı veya vücudun susuzluğunu? Tabii ki bütün bunları da hissederiz veya duyumsarız, biliriz.

Ancak bu arada vücutta farkında olmadığımız başka kontrol sistemleri de vardır. Beyin ve omuriliğin içinde bulunduğu serebrospinal sıvısının pH düzeyini hissetmesi gibi. İçimizdeki sistemlerin, kendi yakın ve uzak çevresindeki olayları algılamasını biz hissetmesek de, bunlar vardır.

Bilim ilerledikçe duyu tanımı ve sayısı değişiyor. Bilim, beynin gizemli dünyası içine, giderek daha derinliğine girdikçe, bugüne kadar ders kitaplarında öğretilen, yüzyıllar boyu herkesin üzerinde hemfikir olduğu bilgiler de eskiyor.

Örneğin şu meşhur 5 duyu: Görme, koklama, duyma, dokunma ve tat alma.


-Beş temel ve sınırsız ekstra duyu olanağı

Bilim dünyası 5'ten çok daha fazla duyumuz olduğu konusunda ısrarlı. Şimdilik 21 duyu üzerinde karar kılındı. Bu konuda hemen herkes hemfikir. Ancak çeşitli görüşlere göre bu sayı 33'e kadar uzanıyor. New Scientist Dergisi, duyular konusunu geniş bir dosya olarak ele aldı ve bilim dünyasında üzerinde tam veya yarım fikir birliği içinde olunan yeni duyularımızın hem listesini yayımladı hem de fonksiyonları hakkında geniş bilgi verdi.

Alışıldık duyu organlarımızın kullanıma alışkanlıklarının hatalı eğitimden ve teknolojik çevre faktörlerinin yan etilerinden dolayı köreldiğini ifade eden araştırmacılara göre, özellikle temel duyuların büyük bir kısmının işlevselliği, ilginç ve şaşırtıcı kişilikleri bilim dünyasınca araştırılan insanlar üzerinde saptandı.

Mesela bunlardan biri bir Türk ressam. Hiç görmediği varlıkların resimlerini yapabilen Türk ressam Eşref Armağan, bugün bilim dünyası için hem şaşırtıcı hem de beynin gözün görmediği varlıkların resimlerini nasıl yaptığı konusunda ilginç veriler sunuyor. Bir başka ilginç kişilik de diliyle gören bir Amerikalı. Gözleri görmediği halde, dilinin üzerine yerleştirilen aygıt sayesinde diliyle 'görebilen' Erik Weihenmayer'ın durumu, duyusal algılama konusunda yeni açılımları da ortaya koyuyor.

-Farklı frekanslar

Sözgelimi işitme duyusunu ele alalım. Bu tek bir duyu mu yoksa yüzlerce -her bir koklea tüy hücresi için bir tane- duyu mudur? Bilim insanları şimdi, yüksek-frekans işitme yeteneği ile düşük frekans netliği arasındaki ilişki açısından, duymanın tek bir duyu olmadığını belirtiyorlar. Dolayısıyla bu ikisini ayrı ayrı ele alıyorlar. Duyu organlarımızın yapıları hakkında ne kadar çok şey öğrenirsek, duyu sayısı artmış gibi görünür.

Duyular çok karmaşık görünüyor. Ancak bilim insanları duyular söz konusu olduğunda, kastettikleri duygular veya algılardır. İnsanlar yüksek varlıklar olarak ışığı ve gölgeyi görürken, nesneleri, alanları, insanları ve bunların pozisyonlarını algılar. Sesleri duyar, ancak konuşmaları ve müziği algılar. Bizler, karmaşık kimyasal sinyallerin karışımlarının tadını ve kokusunu duyarız fakat bu karışımı dondurma, portakal veya biftek olarak algılarız.

Bilim adamları, algılamayı organize beynin ham duyusal verilere ilave ettiği 'katma değer' olarak görüyor.

Verilen bir örnek şöyle: 'Kalabalık bir toplantı salonunu düşünün. Bir kişiyle karşılıklı konuşurken, geri plandaki tüm seslere kulaklarımızı kapatabiliriz. Onları duymayız. Diyelim ki arka plandaki biri adımızı çağırsın, biz hemen bunu duyarız ve kulaklarımızı özel konuşmaya kapatarak hemen sesin geldiği yöne dikeriz. Sonuç: Her zaman çevresel sesleri duyarız ancak bunları her zaman dinlemeyiz. Yani algıda seçici davranıyor olmamız, temel duyuların her zaman ötesine geçer'.

Burada şu saptama yapılıyor: Önemli olan algılardır, duyular yalnızca algıya eşlik ediyorlar.

-Her ihtiyaç yeni bir duyu oluşturur

Yapılan deneyler sonucu anlaşıldı ki, görmeyen gözün yerini, bir başka duyu alıyor ve bedenimiz veya beynimiz açığı kapatmaya çalışıyor.

Birdenbire bilimin önünde yeni bir kapı açıldı ve şu soru felsefi boyutta da tartışılmaya başlandı: Bildiğimizin veya sandığımızın tersine, görme, işitme, dokunma vb. duyular arasında aslında bir ayrım yok mu? Bu duyularla dünyayı algılayışımız arasında çok da önemli bir ortak yön yok mu?

Beyin, ihtiyacı olan bilgiyi, örneğin göz yoksa, başka organlarla da toplayabiliyor. Bilgiyi toplayan duyu organı ve bu bilginin beyne aktarılış biçimi, sanki çok da önemli değil. Burada önemli olan ihtiyaç hissedilen bilgi!

Kimilerine göre bu, beynin esnekliğinin kanıtı. Beyin, görme gibi birincil önemde bir duyu kaynağından yoksun kaldığında, mesela dokunma gibi, daha önemsiz bir duyu yoluyla gerekli bilgileri elde etmeye çalışır.

Bilim dünyası şimdiden, görsel dünyayı sesle yansıtan bir video kamera geliştirdi. Daha parlak nesneler kameraya daha yüksek ses olarak yansırken, yanal konum stereo sesle temsil ediliyor. Günün birinde gözleri görmeyenler belki de stereo surround ses sistemi sayesinde, hayatı bizlerden daha net algılayabilecekler ve bütün bilgisayar oyunlarını rahatlıkla oynayabilecekler.

-En az 33 duyu sahibiyiz

Anlaşıldığı kadarı ile kitaplarda okuduğumuz beş duyumuz artık eski bilgi oldu. Görülüyor ki duyularımızın sayısı şimdilik en az 33'e ulaştı!

Aslında tutucu davranan bilim adamları, bu 33 duyudan 10'unu kabul ediyor. Radikal davranan bilim adamları 33'ünü de kabul ediyor. Ortada olan bilim adamları bir arabulucuk yapıyor ve 21 tanesine, 'Evet bunlar duyu' diyor.

-Peki bu 33 duyu nasıl ortaya çıkıyor?

Duyularımızı aldığımız uyarıların niteliklerine göre sınıflandırdığımızda, ortaya beş değil üç temel duyu sınıfı çıkıyor: Bunlar tat, koku veya kan şekeri gibi içsel algıları uyaran kimyasal duyular; dokunma ve duyma ile ilgili mekanik duyular ve görme ile ilgili ışık. Bazı hayvanlarda, biz insanlardan fazla olarak, manyetik duyu da bulunuyor ki,yakın zamanlarda yapılan araştırmalarda insan beyninin de manyetik alanlara karşı duyarlı olduğu tespit edilmiştir. Bütün bu duyu gruplarının işleyebilmesi için, farklı duyusal sistemlerin araştırılmasına ihtiyaç var. Mesela iç kulakta ince kıl hücreleri olması veya ışık fotonlarının retinaya çarpma gereği gibi.

Bu sistemleri kendi içinde alt gruplara da böldüğünüzde 'duyu'ya şöyle bir tanım getiriyorsunuz: Özel sinyallere tepki veren ve beynin özel bir bölgesine bilgi gönderen özel hücre tiplerinden oluşan bir sistem.

-İşte size bu sistemin 33 alt algı dalından bazıları;

 Görme: Işık, renk, kırmızı, yeşil, mavi, sarı ve diğer renk skalaları

 Duyma: Vızıltı, basınç, şok, bir çok farklı frekanslardaki (Hz) beyaz-pembe ve gri uğultular

 Koku: 2000 veya daha fazla reseptör tipi

 Tat: Tatlı, tuzlu, ekşi, acı, kekremsi

 Dokunma: Hafif dokunma, şiddetle bastırma, okşanma, sürtünme

 Ağrı: Deri ile ilgili, vücut ile ilgili, iç organlar ile ilgili

 Mekanik algı: Denge, döngüsel hız, doğrusal hız, eklem konumu, kinestez, kas gerilimi-tendon organları, kas gerilimi-kas lifleri

 Sıcaklık: Sıcak, soğuk, ılık

 İç algılar: Tansiyon, damar içi kan basıncı, merkezi damar kan basıncı, kafa kan sıcaklığı, kan oksijeni içeriği, beyin-ilik sıvısı pH'sı, plazma osmotik basınç (susuzluk), arter-damar kan şekeri farklılığı (açlık), akciğerde genişleme, idrar kesesi gerilmesi, dolu mide vs.

-Görmeden boyayan ressam

Türk ressam Eşref Armağan'ın, hiç görmediği evlerin, dağların, göllerin, yüzlerin ve kelebeklerin resimlerini nasıl yaptığının sırrı, ABD'de psikologların ve nörologların yürüttüğü deneylerle çözüldü. Burada bilim insanları şu soruya yanıt aradılar: Beynimizdeki imajları sadece gözlerimizi kullanarak mı yaratırız, yoksa diğer duyularımızı da kullanır mıyız? Bilim insanları, görmezlerin, dokunarak bir taslak resmi bir gören gibi algılayabildiğini kanıtladılar. Üç boyutu anlıyorlar ve de çizebiliyorlardı. Sonuç: Gören bir insan bakarak, görmeyen ise dokunarak aynı şeyi öğreniyor.

-Dil ile görmek

Adı Erik Weihenmayer, görme duyusunu 13 yaşındayken yitirdi. Şimdi koca adam tabii. Wisconsin Tıp Fakültesi'ne bağlı Paul Bach-y-Rita'nın laboratuvarında müthiş bir deney yaşadı ve bu deneyin sonucunda diliyle 'görebilir' duruma geldi. Alnına yerleştirilen kamera, elektronik bir aygıta sinyal gönderiyor, bu sinyal de karanlık ve ışık dizgesini elektrik akımlarına dönüştürüyordu. Akımlar, pul büyüklüğünde bir levha üzerindeki elektrodlarda görüntü biçiminde kodlanarak diline aktarılıyordu. Bu yolla beyninde görüntü oluşturuluyordu. Weihenmayer, yıllardır kapalı olduğu dünyanın dışına çıkmış ve uzay, derinlik ve biçimi duyumsayabilmişti.


Düzenlenmiştir

.