31 Ekim 2012 Çarşamba

Kundalini; Dikkat Yüksek Voltaj!




Sanskritçe'den gelen Kundalini kelimesi 'gizemli' anlamına gelmektedir. İnsan vücudunda bulunan gizemli evrim enerjisi olup, insan organizmasında uyuyan, hareketsiz potansiyel bir güç halindedir.

Kundalini; insan bedeninde kuyruksokumunda yer alan Muladhara Çakra'da bulunan gizemli bir enerjidir. Yaşam enerjisi Prana'nın statik yönüdür. Kundalini enerjisinin uyandırılması insan bedeninin sınırsız potansiyelinin açığa çıkmasını sağlar.

Muladhara Çakra'da uyur halde bulunan Kundalini enerjisinin uyandırılması için öncelikli olarak Çakra merkezlerinin, daha sonra enerji kanallarının, daha sonra İda ve Pingala enerji kanallarının ve daha sonra da merkezi enerji kanalı olan Suşumna kanalının Yoga teknikleri ile tam aktif hale getirilmeleri gerekir. Ancak bundan sonra Kundalini uyandırılıp Suşumna kanalından yükseltilebilinir.

Kundalini enerjisi en alt çakra olan Muladhara Çakra dan başlayarak sırasıyla tüm çakralardan geçirilerek Sahasrara Çakra ya yükseltilir.


-Bilinçsiz Kullanım Yıkım Getirir

Kundalini'nin açığa çıkması meditasyon, yoga, dua, bedensel talimler, psikodelik druglar, bir yaşam krizi (örneğin aşırı fiziksel veya duygusal travma, ölüme yakın deneyim veya bir yakının ölümü), doğum, menopoz, bazı riyazet veya cinsel uygulamalar, vs. tetikleyebilir. Kundalini ayrıca herhangi bir gözüken nedeni olmadan dolayı da ortaya çıkabilir. Ortada gözükmeyen bir nedenle ortaya çıkan bir Kundalini deneyimi bende de aniden 1991 yılında oluverdi. O zamandan beri uzun süreli bir dönüşüm süreci başlatan istek dışı uyarılan Kundalini deneyimleri olan yüzerce kişiyle görüştüm.

Bu durumda benim gibi olanlar için Kundalini bir kez uyarıldı mı etkisi bedende sürekli ve hissedilirdir. Sıradışı enerji duyumları sık sık veya sürekli yaşanır. Bunlar çoğu zaman karıncalanma, titreşimli, vızıltılı, iğneleyici, kaşındırıcı veya yakıcı hislerdir. Bir sürü diğer fiziksel, psikolojik, psişik veya ruhsal değişimler, omurgalardan geçen ve kafanın tepesinden ışık ve coşkuyla dışa fışkıran klasik yoğun enerji akışından önce veya sonra oluşabilir.

Harekete geçen Kundalini süreci mistik deneyimlerde sonradan Kundalini'nin tekrar uykuya yattığı geçici pranik enerji boşalımlarından farklıdır. Ama bu izole deneyimler tam anlamıyla bir Kundalini sürecinin öncüleri olabilir. Zihin/bedenimizin bu olağandışı dönüşümü içinde bulunduğumuz zaman, eğer bilgeli ve deneyimli hocalar bize kılavuzluk yapmıyorsa, Kundalini'nin enerjilerini kontrol edip yönlendirmeye çalışmaktansa Kundalini'nin kendi özgün zekasına bırakmak daha iyi sonuç verir. Süreci zorlamaya çalışanların elde ettikleri felaketli sonuçları konusunda birçok uyarıcı hikaye dinledim. Ayrıca, Kundalini konusunda ehil olmayanların müdahalelerini kabul edenler vahim sonuçlar elde etmişlerdir.

Kundalini'yi uyarmak için uygulama ve teknikler, Kundalini uyarılmış ve şahlanmış durumdayken uygulamak tehlikeli olabilir. Bu metotlar arasında pranayama (nefes kontrol alıştırmaları)ü holotropik nefes çalışmaları ve birçok özel meditasyon yöntemi vardır. Şiddetli baş ağrıları, iç sıcaklık, inmeler, aşırı bunaltı ve psikoz, Kundalini'nin doğal yönüne saygı göstermeye zor yolla öğrenenlerin ödedikleri bedeller olmuştur. Bütün bu rahatsızlıklar ayrıca herhangi bir müdahale olmadan yoğun bir Kundalini deneyiminde yaşanabilir, ama sistem aşırı uyarıcı uygulamalarla gerilmediğinde daha kolay dengelenebilir.

Kundalini uyarılıp sistemde faal duruma girdiği an, özellikle ani uyarılıp kişi başına gelenin farkında olmadığı zaman, ona karşı mücadele etme meyili güçlüdür. Oysa, bu zihinsel ve bedensel olarak zararlı olabilir. Aylardır yaşadığı bitkinlikten bıkan biri (Kundalini'nin bazı evrelerinde yaygındır) amfetamin haplarıyla kendini diriltmeyi denedi. Bu ciddi bir hataydı ve on haftalık bir pisikoz geçirdi.

Diğer biri Kundalini'nin gövdesini ve kaburgalarını garip şekillere çevirmesinden panik atak yaşadı. Bu sıradışı pozisyonların Kundalini tarafından enerjinin daha rahat akmasını sağlamak için ayarlamalar olduğunu öğrendiğinde rahat edip enerjiye teslim oldu. Ondan sonra hem korkuları dindi, hem de genel sağlık durumu iyileşti.

(Ben dahil) birçok kişi şifacıların enerji maniplasyonlarının direkt sonucu olarak semptomlarda kötüleşme yaşadılar. Üç farklı enerji bedeni şifacıların müdahalesi sonucunda Kundalini semptomlarında görülür bir iyileşme olmadan, ağrılarımda hemen bir artış yaşadım. Sonuçta onlardan uzak durmaya karar verdim. Bu demek değil ki Kundalini'si uyarılmış biri enerji beden hekimleri ve şifacılardan uzak durmalarıdır! Bu tür hekimler tarafından Kundalini sorunları önemli ölçüden düzelen kişileri de tanıyorum.Önemli olan çok dikkatli ve seçici olmaktır. Kundalini'ye aşina olan, enerjilerine ve hastaya saygılı ve duyarlı olan şifacılar, terapistler ve öğretmenler çok faydalı olabilir.

Kundalini uyarıldığında muazzam bir güç açığa çıkar. Ortaya çıkan şuur genişlemesi biyolojik işlevlerden kişisel ilişkilere, realite anlayışımızdan dünyada etkinliğimize dek varlığımızın her tarafını etkiler. Hayal edemeyeceğimiz yönlerde ve hiç bir zaman tam anlayamayacağımız şekillerde değişmekteyiz.

Kimimiz için yükselen Kundalini Ruhla ilk veya apaçık ve şüphe götürmez temasıdır. Kundalinim yükselmeden önce, Tanrıça dinlerine karşı yaygınlaşan rağbeti eril bir Tanrı anlayışına karşı feminist bir tepki olarak algılamıştı. Şimdi olayı tamamen farklı algılıyorum. Kundalini bedenimde varlığını günde güne belli eden canlı enerji Büyük Ana Tanrıça Şaktidir. O esrarengiz ve çekici olduğu kadar şiddetli ve güçlüdür.

Başkası ilahlaştırma görüşümü paylaşıp paylaşmasa da, o doğanın kör bir gücü değildir, çünkü doğanın kör gücü yoktur (olası olarak insan aklı hariç!). Kundalini'ye kibir, sabırsızlık veya açgözlülükle yaklaşmak belayı aramaktır. Çoğu zaman, merhametli olarak bu tür davranışlar Kundalini'nin açığa çıkmamasını sağlar. Eğer Kundalini çağrılacaksa dikkatle, daha iyisi huşu ve alçak gönüllükle çağrılmalıdır. Bu hususta kutsal bir alana ayak basmaktayız. Vurdumduymaz bir şekilde girmekle sonumuzla flört etmekteyiz.


-Kundalini ve Ganesha

Hinduizm'deki en tanınmış ve saygı duyulan Tanrı temsillerinden birisidir. Şiva ve Parvati'nin ilk doğan oğludur. Bharati, Riddhi("bilgi" anlamına gelir) ve Siddhi'nin ("mükemmeliyet") eşidir. Marathi, Malayalam ve Kannada'da Vinayaka, Tamil'de Vinayagar ve Telugu'da Vinayakudu olarak da anılır.

'Ga' Buddhi yani bilgiyi sembolize ederken 'Na' Vijnana yani hikmeti sembolize eder. Buradan da anlaşılabileceği gibi Ganesha bilgi ve hikmetin üstadı, Tanrısı, aynı zamanda başlangıçların ve kategorilerin Rabbi, engellerin kaldırıcısı, Dharma'nın koruyucusu, Karma'nın ve kozmik hafızanın, bilgeliğin efendisi, iyi şansın Tanrısı'dır, meşhur Swastika işareti Ganesha'nın işaretidir, Ganesha "Aum" dur.

Karmanın efendisi olan Ganesha kişinin yaşamında karşılaşacağı olayları kontrol edebilir, bu nedenle Hindular bütün özel isteklerini Ganeşa'ya iletebilirler.


"Tanrı Ganesha sembolik olarak kişinin içinde keşfedilmeyi bekleyen Tanrısallık'tır."

Ganesha Upanişad'da şöyle denir:
"Sen saf farkındalıksın, Brahmansın, 'öz'sün, akıl ve bilgisin, bütün bu dünya senin içinde görünür,sen toprak, su, hava ve ateşsin, Brahma, Vishnu ve Shiva'sın."

Aum Sri Ganapataye namah
Aum Sri Ganesha namah

Kaynaklar : hermetics.org ve internet

Derlenmiştir

.

30 Ekim 2012 Salı

36 Kadim Gözetmen ve Yaşamın Eksenleri


Kabala'da Lamed Vav'ın masalı şunu anlatır:

36 adam kardeşliğin varoluşunda bulunur ve dünya üzerine yayılmışlardır. Bunlar insanoğlunun ruhsal yaşamını izleyen yüce varlıklardır. Bu durumdaki birisi Himalaya dağlarında mağarada oturan bir Hindu, Şam'da gümüşle uğraşan bir Müslüman, Londra'da tıp eğitimi gören biri veya Rusya'da ekonomi öğreten bir Yahudi olabilir. Onlardan başka kimse 36'yı bilmez, çünkü bunlar normal yaşamlarında doğal davranırlar. Gelenekler ilerledikçe ve ruhsal açıdan gelişmiş insanlar hiyerarşisinde bu devam eder, bu bireylerin bazıları toplumda iyi tanınmış kişiler olabilir.


Bu durum İslam'da "yaşamın ekseni" olarak geçer (axis of age). Kabala'da bu mükemmel insanlar mesih olarak kullanılır. Mesih bütün dünyalar arasında bağlantı rolü oynar. İnsanlık gelişmesinde, mümkün olan her noktada ortaya çıkar ve insanlığın mızrak ucu olarak yön gösterir. Böyle bir kişi her kuşakta bulunabilir. Bu yüzden mesihin genel kullanılışı kutsallık boyutunda "vardım, varım, varolacağım" diye ifade edilir. Kabalistlere göre bunun başka bir yolu olamaz. Ta ki mesihin iradesi, günlerin sonu yaklaştığında, bütün insanoğlunun bilgisine açılacaktır ve böylece yaratılış işi son mükemmelliğine ulaşacaktır.

Detaylı bilgi için : Anadolu Aydınlanma

.


Evrenin Eşsiz Mimarları: Diatomlar


Mikroskobik bitkisel algler olan Diatomlar kendilerine denizin içinde opalden evler inşa ederler Bu evler, bazen parıldayan bir kozalağı, bazen bir spirali, bazen de ışıldayan kristal bir avizeyi andırır İlginç olan ise, yirmibeşbinden fazla diatom türü olmasına rağmen hiç birisinin kabuğunun bir diğerine benzememesi, tıpkı bir kar tanesinin diğerine benzememesi gibi.

Diatomlardaki ihtişam sadece bir mücevheri andıran görünümleri ile kısıtlı değildir Yeryüzündeki yaşamın devamı için son derece önemli görevlerde üstlenmişlerdir: Hatta yeryüzündeki en yaşamsal canlılar oldukları dahi söylenebilir:

Dünyadaki pek çok su kitlesinin içerisinde inanılmayacak sayılarda dolanır, salınır ve yuvarlanırlar Bir litre deniz suyundaki diatomların sayısı, on milyondan fazladır Bu nedenledir ki denizdeki en temel yemek kaynaklarının arasında yer alırlar.

Denilebilir ki "karada yaşayan canlılar, insanlar da dahil olmak üzere, diatomlara borçludurlar" Diatomlar yaptıkları fotosentez sayesinde bizim soluduğumuz oksijenin büyük bir kısmını üreten minik bitkilerdir.

Bu minik canlılara, ışık, su, karbondioksit ve gerekli besinlerin olduğu her yerde rastlayabilirsiniz Bunun yanında bütün diatomlar suda bulunmaz Bazları toprak üstünde, yosunlara tutunarak ağaçlarda ve hatta tuğla duvarlarda yaşayabilirler. tabi nem varsa.

Büyüklükleri açısından değişkenlik göstermekle beraber en büyüğü 1 milimetre çapındadır Eğer çıplak gözle bakarsanız bir mücevhere benzeyen fiziki yapısını farkedemezsiniz Diatomlar, fitoplankton olarak adlandırılan bitkilerin en sık rastlanan türüdür ve özellikle soğuk okyanuslarda çok sayıda bulunurlar Bazıları denizin kıyısında dolaşırken içlerinden bazıları çamura dahi yerleşebilirler Ancak çoğunluğu ışığı emebilmek için yüzeyde dolaşırlar.

Baştada değindiğimiz gibi diatomların en etkileyici özellikleri kabuk inşa etmeleridir Estetik değeri büyük olan bu inşaatlar önemli bir kimyasal süreç sonunda gerçekleşir: "Çözünmüş silikonu kıymetli bir taş olan opale benzeyen silikaya çevirirler" Bu dönüşüm sonucunda ortaya çıkan kabuklar inanılmaz çeşitliliğe ve mükemmel bir mimariye sahiptirler.

1702 yılında Anton van Leeuwenhoek bu küçük canlıları keşfettikten sonra, fotosentez yapıp oksijen ürettikleri için onların bitki olarak sınıflandırılmışlardı.


Oksijen Üreten Mikro Fabrikalar

Aslında diatomları şekilleri nedeniyle, sadece mimari harikalar olarak tanımlamak eksik bir değerlendirmedir Üzerlerinde çok sayıda gözenek bulunur Bu gözenekler bir yandan mimari yapıya bir incelik katarken diğer yandan da besinlerin içeriye girip gaz değişimine olanak sağlarlar Trilyonlarca sayıdaki diatom, bu gaz değişimi sonunda kendi ihtiyaçlarının çok çok üzerinde oksijen üreterek atmosferimize bizler için değeri son derece önemli bir katkıda bulunurlar.


Denizlerdeki Besin Zincirininin En Önemli Halkası

Besin zinciri içerisinde de yaşamsal bir rol oynarlar Diatomlarda dünya üzerinde yaşayan başka herhangi bir canlıdan daha fazla organik madde başka bir deyişle yiyecek mevcuttur Bazen denizin çimenleri diye adladırılan diatomlar, zooplanktonlar adlandırılan küçük canlıların temel besin kaynaklarıdır Zooplanktonlar Ringa balıkları tarafından tüketilirler Daha büyük canlılar ise ringa balıklarını tüketirler Bunun yanında Kambur balina gibi devasa canlılar diatomları doğrudan yiyebilirler. Bir Kambur balinın birkaç saat tok kalabilmesi içinse birkaç yüz milyar kadar diatomu yemesi gereklidir.


Petrol Üreticileri

Diatomların kendi besinleri de insanlık için önem taşımaktadır. Bu canlılar fotosentez sayesinde ürettikleri minik yağ parçacıkları şeklindeki besinlerini hücrelerinin içerisinde saklarlar. Bu minik yağ parçacıkları zamanla biraraya gelir, jeolojik ve biyolojik kuvvetlerin de etkisiyle petrol yataklarının oluşmasına neden olur. Bugün kullandığımız petrolün çok büyük bir bölümü tarih öncesi denizlerde ölen diatomlar oluşturmuştur. Bu diatom tabakaları da zamanla fosilleşerek diatomitleri oluşturur.

Kuzey Pasifik ve Antarktik Denizi'nin 30 milyon kilometrekare kadarlık bir alanının dibi ölü diatom tabakalarıyla kaplıdır. Bu tabakalar zamanla fosilleşerek diatomitleri oluşturur. Diatomitler endüstriyel amaçla kullanılır. Diatomit hafif ağırlığı ve gözenekleri ile ideal bir filtre yapısına sahiptir. Bu özelliği nedeniyle uzay endüstrisinde kullanılabildikleri gibi, böcek öldürücü ilaçların üretiminden boya dolgusuna kadar farklı amaçlarla da kullanılabilmektedir.


Hassas Planlama

Bir diatomcunun izleyebileceği en büyüleyici anlar üremedir Öncelikle ilaç kapsülüne benzeyen kabuk ikiye ayrılır Daha sonra diatomun çekirdeği ikiye ayrılarak her biri yarım kabuğun içine girer Yeni diatomlar daha sonra eksik kalan yarılarnı tamamlarlar Kabuğun bir yarısından oluşan diatomlar biraz daha küçüktürler Onlar bölündükçe daha da küçülürler.

Diatomlar inanılmaz hızlarda, bazıları sekiz hatta dört saatte bir bölünerek ürereler Bu nedenle 10 gün içerisinde bir diatomdan 1 milyar kadar diatom ortaya çıkabilir Şüphesiz bu sonderece isabetli bir planlamadır Şöyle ki: Bir an için diatomların dünyadaki en önemli oksijen kaynaklarından biri olmasına rağmen hızlı üreme özelliklerinden yoksun olduklarını düşünün Şüphesiz bu durumda toplamda üretilen oksijen miktarı hep kısıtlı kalacağı için diatomların bu özellikleri hiç bir anlam ifade etmeyecekti.

İnsanların pek çoğu diatomların varlığından, ne işe yaradıklarından bile haberdar değildir ancak bu durum, diatomların canlı yaşamı için önemini değiştirmez. Diatomlar özel olarak yaratılmış canlılardır ve dünya üzerindeki çeşitli dengelerin sağlanmasında önemli bir rol oynamaktadırlar.

Diğer görseller için Bkz: Diatomlar

Alıntıdır

.

İçimizdeki Düşman : Şişkin Ve Patlak EGO



Benzerlerimiz bizi nasıl görür?

-Ego kendi ihtiyaçlarını diğerlerinden daha önemli ve acil zanneder; bu yüzden "asi" taklidi yapar,

-Ego sorumluluk üstlenmekten kaçar, sürekli etrafını suçlar; bu onun "ham"lığının bir göstergesidir,

-Ego kendi istedikleri olmayınca sorun çıkarır; bu yüzden sürekli "huysuz"lanır,

-Ego öfkeli, sivri dilli, saldırgan tavırlıdır; bu onun "kavgacı" olmasına sebep olur,

-Ego iğneleyici ve küçümseyici sözlerle etrafta sürekli negatif bir hava estirir; bu yüzden "kibir"lidir,

-Ego hemen her konuda kendi görüşünü herkese kabul ettirmek ister; bu onun “çokbilmiş" halidir,

-Ego her durumu dramatikleştirir, sürekli sızlanır ve her şeyden şikâyet eder; bu onun "mızmız"lanan yüzüdür,

-Ego kendisini mükemmel zanneder; bu onun "narsist" yönünü gösterir,

-Ego her şeyi kontrol altında tutmaya çalışır ve etrafındaki herkesi bu aşırı kontrolle kasıp kavurur; bu yönü onun "ben dedimci ve takıntılı" halidir,

-Ego her durumda mutlaka olumsuz bir yön bulur; bu yüzden bir "felaket tellalı"dır...

Hala onu beslemek ister misiniz, yoksa kontrolü elinize almanın zamanı gelmedi mi?

.

Hepimize bir chip takılması artık sadece onaya kaldı !...



Bu chiplere sonradan dışarından veri yüklenebiliyor ve iddiaya göre vücuduna bu çiplerden takılan canlılara uzaktan kumanda edilebiliyor.

ABD’nin Florida eyaletindeki bir firma, deri altına takılacak çip için hükümete onay başvurusunda bulundu.

Applied Digital Solutions şirketinin baş teknoloji yöneticisi Keith Bolton, parmakları arasında VeriChip adı verilen çipi tutuyor.

Florida’da bulunan bir teknoloji firması, ABD hükümetine başvurarak, insanların derilerinin altına yerleştirilerek, kimlik belirlemesinde kullanılacak bir bilgisayar çipinin pazarlaması için onay istedi. Havaalanları, nükleer santraller ve diğer güvenlik öncelikli mekanlarda faydaları hızlı bir şekilde hissedilecek çipler, aşılması neredeyse imkansız bir güvenlik sistemi sağlayacak. Ancak sivil toplum örgütleri çipin, sivil özgürlükleri ciddi olarak sınırlayacağı uyarısında bulunuyor.

Deri altına yerleştirilecek çipler, bilimkurgu fikirlerinden birinin daha gerçeğe görüştüğünü gösteriyor. İnsan vücuduna çip yerleştirilmesini savunanlar, kolaylıkla taklit edilebilen kimlik kartlarının ve onlarca güvenlik görevlisiyle korunan mekanların, bu teknolojinin kullanımıyla birlikte tarih olacağını savunuyorlar. Bir pirinç tanesi büyüklüğündeki bilgisayar çipi kolaylıkla deri altına monte edilecek, ancak çıkarılması ve taklit edilmesi zor olacak.

Bu teknolojinin diğer kullanım alanları da ufukta yavaş yavaş görünüyor. Ufak bir cihaz eklenmesiyle, her hangi bir kişinin uydular sayesinde dünya üzerindeki her hareketini izlemek mümkün olabilecek, bu izleme sırasında kişinin medikal bilgilerine kadar yüzlerce detay bir veri tabanına aktarılabilecek. Kaçırma olayları ve sağlık sorunu olan kişilerin tıbbi destek alması gibi konularda bu teknoloji çığır açacak.

VeriChip adı verilen yeni çipin, 11 Eylül’den sonra, bilim dünyasının güvenlik sorunları konusunda daha yoğun çalışmasının sonuçlarından bir olduğuna dikkat çeken sivil toplum örgütleri bununla birlikte sivil özgürlüklerin bu furyada unutulmaması gereğine dikkat çekiyorlar

Electronic Frontier Foundation isimli sivil toplum örgütünde görüşlü avukatlardan Lee Tien, “Problem, her zaman bu aracın yarın hangi amaçlar için kullanılacağını düşünmek zorunda olmaktan geçiyor. Biz buna fonksion kayması diyoruz. Önceleri bir araç hepimizin iyi olduğunu kabul ettiğimiz amaçlar için üretiliyor ve kullanılıyor, ama bir süre geçince yavaş yavaş amacını aşan işlerde de kullanılmaya başlıyor” diyerek bu teknolojinin kullanımı konusunda gelecek için duyduğu korkuyu dile getiriyor.

-Bakanlık onayından sonra işlemler başlayacak

Applied Digital firması, yakında ABD Gıda ve İlaç İdaresi’ne yaptıkları başvurunun sonucunu yakında almayı umduklarını, onayın gelmesi durumunda ürünü, sadece gönüllü kişilerde kullanılacağını garanti eden kuurmlara pazarlayacaklarını belirtiyor.

Firmanın baş tekonoloji yetkilisi Keith Bolton, kum üzerine çizdikleri çizgide VeriChip’in her zaman gönüllü kullanımı kuralını getirdiklerini belirterek “VeriChip’i hiç bir zaman insanları bu ürünü kullanmaya zorlayan bir kuruma vermeyeceğiz” diyor.

Yaklaşık on yıl önce Applied şirketi, aynı konud açalışan Destron Fearing isimli bir kuruluşu satın almıştı. Bu kuruluş hayvanlara benzer uygulamaları uzun sürelerle gerçeleştirmişti. Daha çok kaybolduklarında bulunabilmeleri için çiftlik hayvanlarına takılan çiplerin işleyiş mekanizmaları, bugün insanalara takılması düşünülenden hiç de farklı değildi.

Deri altı çiplerinin hayvanlarda uzun süre kullanılmasına ve bir sorun yaşanmamasına karşın, Applied Digital’ın aynı teknolojiyi insanlarda kullanma kararı alması teknik değil etik nedenlere dayanıyor. Firmanın sonunda kararınıo vererek, ABD Gıda ve İlaç İdaresi’ne başvurmasının ardında yatan etkenlerden biri de 11 Eylül saldırılarından sonra güvenlik konularının zaman zaman etik sournların önüne geçerek, bu tip bir ürünün lisans alması için uygun bir zaman oluşturması.


-Nasıl Çalışır?

İnsan vücuduna çip takılması işlemi kısaca şöyle çalışıyor:

Bir şahıs ya da şirket Applied Digital şirketine başvurarak 200 dolar karşılığı satın alıyor, ve istediği bilşigleri çipe yükletiyor. Naklin yapılacağı kişi, pirinç tanesi büyüklüğündeki çipi büyük bir iğneyle deri altına yerleştirecek doktoruna götürüyor. Doktor yerleştirdiği çipin oynamadığını ve enfeksiyona yol açmadığını görmek için bir kaç hafta kontrol ediyor.

Çipin, herhangi bir enerji kaynağına ihityacı yok, bunun yerine deri üzerinde bir tarama aracı çalıştırıldığında aktif hale gelen 1 milimetre uzunluğunda manyetik bobin kullanılmış. Çipin üzerindeki minyatür bir transistör de sürekli olarak verileri iletiyor.

Tarayıcı olmadan, çip okunamıyor. Applied Digital, çip okuyucuları hastanelere ve ambulans servislerine ücretsiz oarak dağıtarak, bu hizmetin standart araçlar arasında yeri olmasını sağlamaya çalışıyor.

-Doğru mu yanlış mı?

Henüz piyasaya çıkmamış olmasına rağmen çip ABD’de farklı dini gruplardan yoğun tepki alıyor. Teolog Terry Cook kimlik belirleyici çipin “şeytanın işareti” olacağını savunarak, İncil’de dünyanın sonuna doğru insanların belirleyici bir işaret takmak zorunda kalacaklarının belirtildiğini hatırlatıyor.

Benzer tepkilerden çekinen Applied Digital din adamlarına danışarak, VeriChip’in bu tanıma uymadığını, deri altında bulunan çipin, incilde tasvir edildiği gibi deri üstünde bir iz bırakmadığını belirten demeçler almış.

Kuantum Bağdaşıklık Ve Ene'l-Hakk


Ene'l-Hakk Arapça "Ben Hakk'ım." anlamına gelir. "Hak'tan gayrı değilim." demektir. Tanrı'nın varlığının yarattıklarını kapsaması, onlarda yüz bulması ilkesi üstüne kurulu bir düşünsel yaklaşımdır. Başka bir biçimde, "Ben Hak'tan ibaretim" olarak özetlenebilir.

Kuantum, 20. yy.ın başında atom altı seviyelerde tabiatın işleyişinde bir takım ‘garipliklerin’ keşfi sonucu doğan yeni fizik dalının sıfatı olarak bilinir: ‘kuantum fiziği’ şeklinde. Kelime kökeni itibariyle kuantum, ‘kuanta’ kelimesinin çoğulu: kuantum=kuantalar. Kuanta, bu fiziğin kurucu babalarından Max Planck’ın ışığın dalga halinde kesintisiz/sürekli olarak değil de kesintili/süreksiz, yani kuantum/kuantalar halinde yayıldığını ifade etmek için önerdiği, Latince’de ‘kesikli dilim’ anlamına gelen bir kelime.

‘Atom altı seviyelerde – metrenin milyarda biri mertebeleri – tabiatın işleyişinde bir takım
gariplikler’ derken kasıt, o seviyedeki âlemin üyelerinin (elektronlar, nötronlar ve protonlar bu üyelerin en meşhurlarındandır) bizim nazarımızdan bakıldığında hem dalga hem de parçacık, hem enerji hem de madde olmaları ve aynı anda bir derece her yerde bulunabilmeleri; o âlemde olayların ne zaman ve nerede gerçekleşeceğine dair ancak ve ancak ihtimaller (kısmetler?) dilinden konuşabileceğimiz...

Telepati, -popüler anlamıyla- birbirlerinden uzakta farklı yerlerde bulunan kişilerin ek hiçbir teçhizat olmaksızın (beyinlerinden başka!) aralarında gerçekleştirdikleri düşünce aktarımı olarak tanımlanır. (Gerçekliği ve doğruluğu mevcut ortodoks egemen bilim anlayışınca reddedilmekle beraber, böyle bir fenomenin gerçek olması ve kontrol edilebilmesi durumunda sağlayabileceği potansiyellerin büyüklüğü, geçmişte Sovyetler Birliği gibi resmi ideolojisi materyalizm-ateizm doğrultusunda şekillenmiş bir ülkenin dahi bu konuya eğilmesine sebep olmuştur.

Kelime kökeni itibariyle ise, Yunanca tele-patheia: uzaktan-etkileşim anlamına gelmektedir. Yani, arada bilindik anlamda herhangi bir iletim teçhizatı olmaksızın enformasyonun-bilginin kâinatın bir noktasından diğer bir noktasına anlık olarak taşınması.

Kuantum telepati ise, kuantum fiziğinin önümüze serdiği garip olgulardan bir tanesini tanımlamakta kullanılan bir terim. Bu olgu, atom altı seviyedeki âlemin üyelerinin fiziksel ölçülebilir niceliklerinin bilgisini (enerji, momentum vb.) birbirleri arasında adeta telepati yapar şekilde davrandıklarıdır.

Olgunun ilk gündeme gelişi, kuantum fiziğinin doğmasında büyük katkıları olan fakat daha sonraları bu yeni fiziğin ihtimallere ve belirsizliklere dayalı kâinat tasavvurundan hoşlanmayarak muhalif bir pozisyon alan Einstein’ın, kuantum fiziğinin öngörülerini çürütmek amacıyla doktora talebeleri Podolsky ve Rosen ile 1935 yılında ortaya attığı EPR (Einstein-Podolsky-Rosen) düşünce deneyi ile olmuştur. EPR paradoksu olarak da adlandırılan bu düşünce deneyinde Einstein özetle şöyle bir sistem öneriyordu:

“Ortak bir kaynaktan yayımlanan elektron çiftleri düşünelim. Bu elektron çiftlerinden bir tanesi gözlemci Ali’nin bulunduğu A noktasına, diğeri ise gözlemci Burcu’nun bulunduğu B noktasına doğru yol alıyor olsun. Ortak bir kaynaktan beraber yayımlandıkları için, fiziksel korunum yasaları gereği elektron çiftinin yayımı öncesinde sıfır olan spin-dönme büyüklüğü (yani soldan sağa veya sağdan sola net bir dönme etkisinin olmaması), elektron çiftlerinin yayımı sonrasında da sıfır olarak kalmalıdır. (Yani elektronlardan bir tanesi soldan sağa dönüyorsa, diğeri de bunu dengelemek için sağdan sola aynı spin büyüklüğüyle dönüyor olmalıdır.)


Kuantum fiziğinin en garip, ama ispatlanmış bulgularından bir tanesi de bir kuantum sisteminin gözleme tabi tutulmadığı durumda matematiksel olarak alabileceği tüm hallerin aynı anda fiziksel olarak gerçek olması, fakat gözleme tabi tutulduğunda ise matematiksel olasılıklarından ancak bir tanesinin fiziksel gerçekliğe dönüşmesidir. Bu bulgu doğrultusunda, bir kuantum sistemi olan bu elektron çiftinin matematiksel olarak alabileceği iki hal vardır:

1: A elektronunun spini soldan sağa ve B elektronunun spini sağdan sola

2: A elektronunun spini sağdan sola ve B elektronunun spini soldan sağa

Ali veya Burcu gözlem yapmadıkça, kuantum fiziğine göre kurabileceğimiz tek cümle %50 ihtimalle 1. halin ve %50 ihtimalle de 2. halin geçerli olduğudur. Yani, A elektronu açısından bakacak olursak; %50 ihtimalle A elektronunun spini soldan sağadır ve %50 ihtimalle de sağdan soladır. A elektronunun spini gözlemlenmedikçe her iki ihtimal de eşit derecede geçerli ve gerçektir. Bu durumun aynısı elbette B elektronu için de geçerlidir.

Elektronlardan bir tanesini gözlemlemiş olalım, mesela Ali kendi tarafındaki elektronun spininin soldan sağa olduğunu görsün. Eğer kuantum fiziğinin öngörüleri doğru ise, aynı anda, A ile B arasındaki mesafe ne olursa olsun (isterlerse iki ayrı galakside bulunsunlar) Burcu da kendi tarafındaki elektronun A’yı dengeleyecek şekilde spini sağdan sola olacak şekilde davranmaya başladığını görecektir. Yani, A ile B arasında adeta anlık bir kuantum telepati gerçekleşmektedir. Böyle bir anlık, sonsuz hızda etkileşim ise, kâinatın hız limitinin ışık hızı olduğunu söyleyen görecelik teorisi ile çelişecektir. Dolayısıyla kuantum fiziğinin öngörüleri eksiktir, yanlıştır.”

Daha sonraki yıllarda yapılan gerçek deneyler, Einstein’ın doğru söylediğini göstermiştir. Çok önemli bir farkla ki, gerçekten de kuantum âleminde parçacıklar birbirleri arasında telepati yapar gibi davranmaktadırlar. Dolayısıyla, Einstein’ın kuantum fiziğini çürütmek amacıyla ortaya attığı deneyin bizatihi kendisi kuantum fiziğinin doğru çalıştığını kanıtlayan enstrümanlardan biri olmuştur.

EPR deneyinin yorumlarından bir tanesi, üstte özetlemeye çalıştığım gibidir. Yani, kuantum âleminin elektron, nötron, proton vb. varlıkları, eğer aynı kaynaktan oluşmuşsa, birbirleri arasında telepati yapar gibi davranmakta, birbirlerine dair fiziksel bilgileri kâinatın neresinde olurlarsa olsunlar anlık paylaşmaktadırlar. Biri Samanyolu’nda, diğeri Andromeda’da olsa dahi...

EPR’nin diğer bir yorumu ise, aynı kaynaktan oluşan kuantum varlıklarının farklı konumlarda olsalar dahi aslında başlangıçtan beri birbirlerinden hiç ayrılmadıkları, aralarında daima bir kuantum bağının mevcut olduğu şeklindedir. Üstteki örneğe dönecek olursak, A ile B elektronunu birbirinden ayrı gösteren farklı mekânlarda olma hali adeta bir illüzyondur, gerçekte A ile B hiç birbirinden ayrılmamıştır. Dolayısıyla A’ya etki eden bir şey anında B’ye de etki etmektedir çünkü A ile B birbirinden ayrı değerlendirilemeyecek derecede bütünleşiktir.

EPR’nin hangi yorumunu benimsiyor olursak olalım, kuantum âleminin bu düsturundan kendi âlemimizin üyeleri olarak çıkaracağımız bazı dersler ve esinlenebileceğimiz bazı hikmetler olduğunu düşünüyorum. Mevcut bilim bilgimiz gereği, kâinatın başlangıcı Büyük Patlama anında şu an kâinatı oluşturan tüm parçalar; gezegenimizdeki biz dâhil tüm canlıların vücudundaki karbon atomlarından, Güneş’imizdeki hidrojen atomlarına dek her şey ama her şey aynı kaynaktan çıktığına göre esasında her birimizin atomlarının akrabaları tüm kâinata yayılmış durumda.

Ben-sen-o birbiri içine geçmiş halde aynı büyük gerçekliğin farklı yansımalarıyız sadece. Bizi birbirimize birbirimizden farklı gösteren, kâinat çapında bir büyük hokus pokus. O hokus pokusun perdesi kalkınca, her şeyin Bir’in bir izdüşümü olduğu beliriyor. Sufilerin her şeyin Hayy’dan gelip Hu’ya gittiğini söyledikleri mertebe, Hallacı Mansurlar’ın ‘Enel Hak’ dedikleri mertebe hiç umulmadık bir anda kuantum laboratuarlarında çıkıyor 20. yy insanının karşısına...

Haydi, kolaysa gel de kötü söz söyle, küfret karşındakine. Malından çal, ırzına saldır, canına kıy karşındakinin; yapabiliyorsan. Ben-sen-o BİR’ken ancak kendine-tüm kâinata zulmetmiş olursun!


İsmail Yiğit

.

Melekler


Melekler kendi amacına sahip dokuz farklı gruba ayrılırlar. Bu nedenle her meleğin kendisine has özellikleri vardır.

Meleklerin çoğunluğu aşağıdaki tabloda yer alan bir veya daha fazla hiyerarşik sıraya girerler.

Aşağıdaki gruplaşmalar en yaygın kabul gören gruplaşmadır.

SERAPHİM

Dokuz melek sıralamasının en üst düzey sınıfı olup, cennetten yeryüzüne tedavi eden sevgi alevini indirir. Genelde ateşle tanımlanır.
-Michael,
-Seraphiel,
-Jehoel,
-Uriel,
-Kemuel,
-Metatron,
-Nathanael,
-Lucifer (before his fall).

CHERUBİM

Cherub’lar Tanrı aşkından doğarlar, bilgi ve zekaya sahiptirler.
-Gabriel,
-Cherubiel,
-Ophaniel,
-Raphael,
-Uriel,
-Zophiel,
-Lucifer (before his fall).

THRONES

Thron’lar Tanrı ışığından doğarlar. Dürüstlük ve doğrulukla parlarlar
-Orifiel,
-Zaphkiel,
-Zabkiel,
-Jophiel,
-Raziel.

DOMİNATİONS

Dominationlar meleklerin görevlerini düzenler ve kainatın düzenini idame ettirirler. -Zadkiel,
-Hashmal,
-Zacharael,
-Muriel.

VİRTUES

Virtuesler tabiata ve tabii hayata hükmederler. Bize Tanrı’ya dönme gücünü verirler. -Uzziel,
-Gabriel,
-Michael,
-Peliel,
-Barbiel,
-Sabriel,
-Haniel,
-Hamaliel,
-Tarshish.

POWERS

Powers kainatı kötülüklerden korurlar, düzen ve istikrarı sağlarlar
-Camael,
-Gabriel,
-Verchiel,
-Lucifer (before his fall).

PRİNCİPALİTİES

Milletlerin, eyaletlerin, ülkelerin, bölgelerin, şehirlerin, kasabaların, köylerin, binaların ve evlerin bakıcı veya koruyucu melekleridir. Kişisel koruyucuların aksine tüm insanlığın işlerine doğrudan etki ederler.
-Nisroc,
-Haniel,
-Requel,
-Cerviel,
-Amael.

ARCHANGELS (BAŞMELEKLER)

Grup mensuplarının pek çoğu diğer gruplara da girerler. Ana görevleri daimi olarak tüm hayatların düzenlenmesidir.
-Metatron,
-Raphael,
-Michael,
-Gabriel,
-Barbiel,
-Jehudiel,
-Barachiel,
-Lucifer (before his fall).

MELEKLER

Semavi hiyerarşik organizasyonun dokuzuncu ve sonuncu grubudur. Bu melekler insanlığa en yakın olanlarıdır. Onların çalışma ve endişelerine de yakındırlar. Koruyucu meleklerin çoğu bu gruba dahildirler.
-Phalag,
-Adnachiel,
-Gabriel,
-Chayyliel.


TEMEL ÖZELLİKLER

Başmelek Mikail: Mavi renkli olan ve Koruma ve Gücün Işını olan Birinci Işında hizmet eder.

Başmelek Jophiel : İkinci veya Sarı renkli olan Aydınlanmanın ve Bilgeliğin Işınında hizmet eder.

Başmelek Chamuel: Sevginin Işını olan Üçüncü veya Pembe Işında hizmet eder.

Başmelek Gabriel: Uyum ve Saflığın Işını olan Dördüncü veya Beyaz Işında hizmet eder.

Başmelek Rafael: Şifa ve Gerçeğin Işını olan Beşinci veya Yeşil Işında hizmet eder.

Başmelek Uriel : Huzurun Işını olan Altıncı veya Altın Işında hizmet eder.

Başmelek Zadkiel: Özgürlüğün Işını olan Yedinci veya Mor Işında hizmet eder.

Akatriel (Akatreil) :
Melek bildirilerinin ve tanrısal gizemlerin göstericisidir.

Anafiel :
Merkabah'ın taçlandırılmış yargı meleklerinin başıdır.

Azbuga-h :
8 büyük saltanat meleklerinden biridir.

Barakiel (Barkiel, Barbiel) :
Şubat ayının yöneticisi, Seraphim hiyerarşisinin düzenleyicisi ve 7 Archangel'dan biridir.

Camael (Kemuel) :
Power hiyerarşisinin düzenleyicisi; ilahi adaletin kişileştirilmiş hali olarak Tanrı'nın huzurunda bulunan 7 kutsal sefiroth'dan biridir.

Chayyiel :
Kutsal Cheribum'ların başıdır.

Gabriel :
Bildiri, diriliş, merhamet ve intikam meleği; Cennet'in ilk katının baş prensi; Cennet'teki meleksi gardiyanların başıdır.

Galgaliel :
Galgalim (Merkabah'ın savaş arabaları) düzeninin yöneticisi; güneş meleklerinin başıdır.

Haniel (Anael) :
Enoch'u Cennet'e taşımakla ün kazanmış; Principalites ve Virtues'in düzenleyicisi; 7 Archangel'dan biri ve Thrones hiyerarşisinin yöneticisidir.

Jehoel (Jaoel) :
İsmi bile koyulmamış şeylerin düşünürü, huzur prensidir.

Metatron :
Cennetin baş yöneticisi, yetkili meleklerin prensi, insanlığın yaşamının devamlılığını sağlayan melektir.

Michael :
Lord'ların başmeleği, sadakatin dağıtıcısı, İsrail'in varisi, tövbe meleğidir (vb.)

Phanuel (Raguel) :
Ramiel ve Uriel ile tanımlanmış, huzur prensi ve ceza başmeleğidir.

Redueriel (Vretil) :
Kayıt tutan melek, kutsal koronun lideri, daha küçük meleklerin yaratıcısıdır.

Raphael :
Şifa, ilim ve bilgi meleği; huzur prenslerinden biri ve güneşin kral naibidir.

Raziel (Galizur) :
Büyük gizemlerin başı; Bratik dünyasının başmeleğimsi yöneticilerinden biri; Adem'in yönlendiricisi ve ölümün habercisidir.

Rikbiel :
Merkabah meleklerinin prensidir.

Sopheriel Mehayye ve Sopheriel Memeth :
Ölüm ve hayat kitaplarının koruyucusu, Merkabah'ın 2 yüce melekleridir. (8 taneden 2'si)

Soqued Hozi :
Tanrı tarafından kılıç olarak belirlenen ilahi dengelerin koruyucusu 8 yüce Merkabah meleklerinden biridir.

Sandalphon (orjinali Elijah) :
Görkem ve gücün meleği; Metatron'un ikiz kardeşidir.

Suriel :
Ölümün yardımsever meleği, ilham perilerinin eğitmeni, huzurun prensidir.

The Irin :
İkiz Quaddisinlerle birlikte cennete özgü adalet mahkemelerini oluşturan ikiz meleklerdir.

The Quaddisin :
İkiz Irinlerle birlikte cennete özgü adalet mahkemelerini oluşturan ikiz meleklerdir.

Tzadkiel :
İlahi adaletin meleğidir.

Uriel :
Kurtarıcı Archangel; güneşin kral naibi; Tartarusların başıdır.

Yefefiah (Dina) :
Cabala'nın gizemlerindeki ilham perilerini eğiten Torah meleğidir.

Zagzagel : Bilgelik meleği; cennetin dördüncü katının baş koruyucusudur.

Ayrıca Bkz:

http://en.wikipedia.org/wiki/Seven_Archangels

http://en.wikipedia.org/wiki/Jewish_angelic_hierarchy

http://en.wikipedia.org/wiki/Christian_angelic_hierarchy

http://en.wikipedia.org/wiki/Islamic_view_of_angels#Angel_hierarchy

Derlenmiştir

.

Baykuş'a Dair


Uzun yıllar boyunca baykuşların uğursuzluğu bütün toplumlarda ilan edilmiştir. Çünkü onlar birer ölüm habercisidir. Mavi rengi gören tek kuş türüdür, gece avlanırlar ve gecenin şeytanları olarak bilinirler. Aslında bu böyle olmamalıdır. Bilimsel olarak baykuşların görüşü çoğu kuş ve hayvana göre daha açıktır, bizim ve diğer canlıların göremediği bir çok enerjiyi tespit edebilrler ve tehlikeli olanları ise haber verirler. Yani ölüm enerjilerini..

Eğer baykuşların ne kadar iyimser hayvanlar olduklarını bilseydiniz onlardan edinmek isterdiniz ama bu yine de imkansız çünkü onlarında nesli tehlikede..
Onlar enerjileri takip ederler ve size haber verirler aslında onlar birer bilgelik simgesidir,şeytanlık değil.

Mitolojik tanrıçalardan olan Athena ya da diğer bir adıyla Minevra, zeus'un kızı olarak meydana gelmiştir. Athenanın annesini bir oğlan doğuracağını düşündüğü için yutan zeus 6 ay sonra şiddetli baş ağrıları çeker. Buna bir türlü anlam veremeyen zeus yardımcısını çağırır ve büyük bir balyozla kafasına vurmasını ve içindekini çıkarmasını ister. Önce tereddüt eden yardımcı zeusun gazabından korkarak bunu yapar ve işte o anda bir kız çocuğu kalkanı ve kılıcıyla zeusun kafasından çıkar bu Minevradan başkası değildir. O zamandan beri zeusun kızı olmakla birlikte aynı zamanda savaşın tanrıçası olarak tanınır çünkü o hiç bir savaşı kaybetmez onun kaderi budur. Athenanın 3 tane temsili vardır. Mızrak savaşı, Zeytin dalı barışı ve zaferi, Baykuş ise bilgeliğini simgelemktedir.

Başka bir inanışa görede athena dünyaya indiği zamanlar ölümlülere baykuş olarak gözükmesidir. Ayrıca baykuşun mitolojide de böylesi bir anlamı vardır.
Aynı zamanda bazı milletlerde yanında bir baykuş figürü taşımanın uğur getirildiğine inanılır.

Son zamanlarda da çoğu moda şirketi baykuş üstüne yoğunlaşmış ve de baykuş koleksyonları çıkarmaya başlamıştır. Dünyada hızla büyüyen böyle bir akıma konu olan baykuşlar aslında bu ünü yıllar öncesinden hak etmişlerdir.

Onların ölümü haber vermesi aslında insanları uyarmak içindir, fakat efsaneye göre köyün bilgesinin öleceğinin enerjisini hisseden bir baykuşun her gün belli aralıklarla gelip bilgenin evinin çatısında çığlıklar attığı söylenir. Köyün bilgesi ise bunun anlamını bilmektedir ve kendine bir çırak yetiştirmek ister, bunun üzerine yetenekleri olduğunu düşündüğü bir genç ile çalışmaya başlar, ona tüm bildiklerini öğretecek vakti olmadığını bilmektedir. Birkaç önemli bilgiyi verdikten sonra ona baykuşu korumasını ve ona bıraktığı yazıtlarını okuyarak öğrenmesini salık verir. Ve bilgenin öleceği gece baykuşun çığlıkları tüm köyde yankılanmaktadır. ertesi gün bilgenin öldüğünü öğrenen köylüler çatıdaki baykuşun buna sebep olduğunu söyleyerek onu öldürmek isterler. Buna engel olmak isteyen bilgenin genç yardımcısı ise köylülere bir türlü söz geçiremez çünkü onlar baykuşun lanet getirdiğine çoktan inanmışlardır. Baykuşu kurtarmak isteyen genci de laneti koruduğu ve şeytana yardım ettiği gerekçesiyle öldürürler. o günden sonra bir çığ gibi lanetli oldukları büyümüştür..

Bunun gibi daha bir çok efsaneye sahip olan bu bilge hayvanlar hakkındaki yanlış bilgiler yüzünden nesilleri tehlikeye bile girmiştir.

Sonucunda demek gerekirse herkesin bir baykuş figürüne sahip olması gerektiğini savunanlardanım, bu bilgelik simgesi canlılar aynı zamanda başarının ve de şansın anahtarlarıdır..

Baykuş Yunan mitolojisinde zeka,sanat,strateji, barış ve savaşın tanrıcası olarak bilinen Athena'nın sembolleri: mızrak, zeytin dalı ve baykuştur. Mızrak savaşı,zeytin dalı barışı, baykuş da bilgeliği temsil eder. Athena, Roma mitolojisinde Minerva diye anılır. Babası Tanrıların Tanrısı Zeus, annesi ise Hikmet Tanrıçası Metis'tir.

Yunan mitolojisindeki en garip doğumlardan biri, Athena'nın duğumudur. Zeus,babası Kronos gibi çocuklarından birinin isyan ile tahtından olacağı korkusuna kapılıp, karısı Metis'i yutar. Karısını yuttuktan sonra korkunç baş ağrıları çeken Zeus,bir gün yanına Hephaistous'u çağrır. Zeus, Hephaistos'a en güçlü baliyozunu alıp gelmesini ister. Hephaistos bir koşu tanrıların tanrısının isteğini yerine getirir. "Şimdi de en güçlü vuruşunu kafama vur !" der Zeus. Yıldırımların efendisinin bu isteğinden çekinir ateş tanrısı. Daha önce Zeus'un nefretini acı bir tecrübeyle tatmış çünkü, kafama neden vurdun diyerek nefret kusmasından korkar. Zeus, demirci tanrısının kafasına vurması için tehditler yağdırır. Ne yapacağına şaşıran Hephaistos, korkuyla karışık tüm gücünü kullanarak balyozuyla Zeus'un kafasına vurur. İşte o anda Athena,miğferi ve zırhı ile tam takım babasının başından fırlar. Bilgelik tanrıcası Athena,resimlerde ona eşlik eden bir baykuşla tasvir edilir. Bundan dolayı baykuşun zekayla güçlü bir ilişkisi olduğuna inanılır ve tanrıların bir elçisi olarak kabul edilir. Yunan mitolojisinde Demeter'e kurban edilir.

Baykuş, Yunan-Roma döneminde kutsal bir varlıktır, Minerva'nın kuşu olarak tanılır. Athena, ölümlülere çoğunlukla baykuş formunda dörünür. Mısır alfabesinde "M" harfinin simgesi baykuştur.

Kızılderi kültüründe, bilgelik, algı, ayırt etme ve hileyi anlama özelliklerinin öğreticisi olarak düşünülür. Baykuşların tüyleri başka kuşların tüyleriyle karışmamalı
ve sorumsuzca kullanılmamalıdır; çünkü,şifaları çok güçlüdür. Kırmızı bir beze sarılan baykuş tüyü şifasının, böylece kötülüklerden uzak tutacağına ve etkisini koruyacağından söz edilir. Bazı kabileler ise, baykuş tüyüne dokunmazlar. Baykuş paradoks ve gizin; yaşam ve ölümün, dinlenmenin, dişiliğin, karanlığın ve bilinmeyenin öğretmenidir.

Kızılderili kültüründe ayrıca baykuşların büyücülerin yardımcısı olduğuna inanılır. Bu nedenle birçok kızılderili toteminde baykuş motifine rastlamak münkündür.
Kuşları içerisinde maviyi gören tek kuş, Baykuş'tur.

Atina Şehrinin kuruluşu

Atna şehrini yeni kurulmaktadır ve şehrin tanrısı kim olacağı söz konusu olur. Bütün Olimpos tanrıları bir araya gelirler. Çeşitli yarışmalar sonucunda iki tanrı kalır. Bu iki tanrı Poseidon ile Atehnadır. Jüri tanrılar ve şehre en büyük hediyeyi verecek olanı şehrin tanrısı seçeceklerini belirtirler. İlk olarak kendinden emin Poseidon öne çıkar. Üç başlı mızrağını yere vurur ve yer yarılarak bir at ortaya çıkar. Poseidon atı herkese göstererek "Bu evcil bir attır, insanı yorulmadan istediği her yere götürür, onun yüklerini taşır."der. Bütün tanrılar büyülenmiştir bu hayvan karşısında. Athena ise küçük bir gülücük atar ve ünlü mızrağının yere saplar. Mızrağın saplandığı yerden bir filiz çıkar ve büyür büyür çok güzel bir zeytin ağacı olur. "Bu da zeytin ağacıdır. Meyvesi olan zeytinin saymakla bitmeyen özellikleri vardır. Zeytini insanlar yiyebilirler, yemeklerine katabilirler. Yağını yapıp,yakarlar, geceleri aydınlatırlar. Yemeklere dökerler, çok güzel lezzetler elde ederler. Aynı zamanda bozulmaz, ve bozulmasını istemedikleri yiyecekleri saklarlar. Ve böyle faydaları daha da sayılabilir." der zeki tanrıca. Bütün tanrılar bakakalmıştır bu ağaca. Hepsi tebrik eder Athena'yı, artık şehir ona ayıttır. Şehrin ismine de Atina denecektir bundan sonra. Poseidon ise, belki de bir tanrıcaya yenilmekten , tüm siniriyle üç başlı mızrağını dağa fırlatır. Dağa saplanır mızrak, hala mızrağın izinin orda olduğu söylenir. Ayrıca Athena'nın o meşhur ağacının da Atina'daki akropoliste portikonun yanında duran zeytin ağacı olduğuna inanılır.

Avrupa, Asya ve Afrika'nın birçok bölgelerine yayılmış olan Romalılar baykuş hakkında Babilliler ve Mısırlılar zamanında kalan görüşleri benimsediler ve kuşu bir uğursuzluk sembolü olarak kabul ettiler. Hatta daha da ileri giderek uğursuzluğu savuşturmak için yakaladıkları baykuşları yakmaya, küllerini nehirlere savurmaya başladılar.

Romalılara göre baykuş ölüler diyarından geliyordu ve yakın bir ölümün habercisiydi. Sezar öldürülmeden az önce de baykuşların haykırışları duyulmuştu. Romalılar Avrupa'nın orta kesimlerine yayıldıkça kendi düşünce ve kültürlerini de beraberlerinde taşıdılar. Aslında taşıdıkları daha önce etkilenip benimsedikleri Babil ve Mısır kültürlerinin kalıntılarıydı.

Günümüzde Avrupa ve İngiliz kültüründen geliştiği sanılan birçok folklorik inanışın kökeninde Romalıların zaptettikleri yerler arasında taşıdıkları inanış ve davranış biçimleri vardır. Babilliler ve Mısırlılar için baykuş nasıl bir uğursuz yaratıksa, şeytan ve ölüm nasıl geceleri ortaya çıkıyorsa Avrupa ve İngiliz kültürlerinde de öyledir. Roma ordularının ulaşamadığı kuzey bölgelerinde ise baykuş hala bir uğur sembolü olarak kabul edilir.


Baykuş

Baykuş, kuşlar (Aves) sınıfının, karinalılar (Carinatae) bölümünün, gökkuzgunumsular (Coraciiformes) takımına giren gece yırtıcı kuşları (Strigiformes) alt takımında yer alan türlere verilen genel addır.

Baykuş, Strigiformes (gece yırtıcıları) takımından gece avlanan yırtıcı kuş türlerine verilen ad.

Başları büyük ve tüylüdür. Kuyrukları kısa olmakla beraber, kanatları enli ve uzundur. Bir kısmının kanat açıklığı, bir adam boyuna ulaşır. Serçe kadar küçük olanları da vardır. Gagaları kıvrık, pençeleri keskin kanca tırnaklı ve döner parmaklıdır. Kuvvetli pençeleri adeta avına kenetlenir.

Alm. Eule(f), Fr. Hibou, İng. Owl. Familyası: Baykuşgiller (Strigidae). Yaşadığı yerler: Ağaç kovukları, harabeler, kuleler, terk edilmiş kuş yuvaları. Antarktika hariç dünyanın her yerinde. Özellikleri: Gece avlanan yırtıcı kuşlardır. Ömrü: 60-70 yıldır. Çeşitleri: Boyları 18-70 cm arasında değişen 123 kadar türü vardır. Bunlardan alaca baykuş, ak baykuş, cüce baykuş, puhu, kukumav, peçeli baykuş meşhurlarıdır.

Öne doğru yönelmiş iri gözlü, yırtıcı gece kuşlarının genel adı.

Başları büyük ve tüylüdür. Kuyrukları kısa olmakla beraber, kanatları enli ve uzundur. Bir kısmının kanat açıklığı, bir adam boyuna ulaşır. Serçe kadar küçük olanları da vardır. Gagaları kıvrık, pençeleri keskin kanca tırnaklı ve döner parmaklıdır. Kuvvetli pençeleri adeta avına kenetlenir. Kavramaları o kadar sıkıdır ki, bazan inatçı bir baykuş tarafından tutulan insan bileğini kurtarmanın yolu, hayvanın ayak tendonlarını (kirişlerini) kesmektir.

Baykuşlar tam bir sessizlik içinde avlanır. Bütün vücudu yumuşak ve ince tüylerle kaplıdır. Tüyler, uçuş sırasında tabii bir susturucudur. Uçuş esnasında kanatlarının “pırpır” sesi duyulmaz. İri gözleri, başlarının yanında değil önündedir. Aşırı büyüklükteki gözleri, göz oyuğunda hareket edemez. Araba farı gibi yuvalarında sabittir. Ama baykuş boynunu 300 derecelik alan içinde rahatça çevirerek çevresini kontrol edebilir. Dişi baykuş erkeklerinden daha iri olup, 2-10 yumurta yumurtlarlar. Kuluçka süresi 30-40 gündür. Yumurtadan çıkan yavruların göz ve kulakları kapalıdır. Yavruların yuvada kalma süresi farklıdır.

Tam karanlıkta görme kabiliyetleri yoktur. Az bir ışık avlarını yakalamaya kafidir. Gözlerindeki ağ tabaka sarı renklidir. Büyütücü özellik sağlar. Gözlerinde esas olarak çubuk (rod) duyu hücreleri mevcuttur. Bu hücrelerde “visual purple” yani “mor ışık görüntüsüne” sebeb olan kimyasal bir madde bulunur. Rod hücreleri, en küçük bir ışığı bile kimyasal bir sinyale çevirirler. Böylece insanın sadece bir ışık parıltısını fark ettiği yerde baykuş buradaki cismi bütün teferruatı ile görür. Bütün kuşlarda üst göz kapağı alttakine geldiği halde baykuşlarda olay tersinedir.

Baykuşların görme ve işitme kabiliyetleri son derece hassastır. Çok az ışıkta avlarını yakalayabildikleri gibi, zifiri karanlıkta da işitme duyularıyla yerini tespit ederek yakalarlar. Kulakları, en küçük hışırtıyı işitebilecek duyarlıktadır. Hassas kulaklarıyla, gecenin sessizliğinde uçan pervanenin kanat sesini veya bir tohumun çiğnenişini, hatta tam sessizlikde düşen iğnenin sesini bile işitebilirler.

Baykuşun geniş yüzü, nispeten sert ve kavisli tüylerle kaplıdır. Tüyler bir kepçe gibi sesleri toplar ve kulağa yansıtır. Bazı baykuş cinslerinin kulak delikleri öyle büyüktür ki, başın yan tarafını tamamen kaplar. Ayrıca baykuşların başı geniştir ve kulakları diğer kuşlara göre birbirinden daha uzaktır. Böylece ses dalgası bir kulağa çarptıktan sonra diğerine gelir. Baykuş bu son derece küçük zaman aralığı içinde sesin geldiği yönü tayin eder. Baykuşların ilginç özelliklerinden biri de kulaklarının perdeli oluşudur. İstedikleri zaman açar, istediklerinde kaparlar. Dinlenme halinde ve yavaş uçuşlarında kulak perdesini açar, hızlı uçuşlarında ise kaparlar.

Göz ve kulaklarının hassaslığının daha az işe yaradığı gündüzlerde, tüneklerinde uyuklar veya ağaç dallarında güneşlenirler. Tüylerinin rengi, bulundukları çevreye uygun olduğundan fark edilmeleri zordur. Haşin yırtıcı kuşlardır. Kendilerinden büyük hayvanlara saldırmaktan çekinmezler. 70 cm boyuna ulaşan puhu, yıkık yerlerde ve orman kenarındaki ağaçsız kayalıklarda yuva yapar. Tavşan, fare, ev kedisi ve kümes hayvanlarına saldırdığı gibi kartalları dahi kaçırtır. Gece yırtıcıları olmakla beraber kar baykuşları, gündüz de avlanırlar. Kar baykuşunun tabii yaşama çevresi, soğuk kutup bölgeleridir. Buranın gündüz geçen yaz ve gece geçen kış aylarında normal beslenmelerini devam ettirirler.

En büyük düşmanları gündüz yırtıcılarıdır. Gündüzleri bunlardan çekinen baykuşlar, gece olunca hınçlarını alırlar. Atmaca, şahin ve kartallara karanlıkta sessizce saldırarak tüneklerinde onları ustaca avlarlar. Baykuşlar eski çağlardan beri insanların ilgisini çeken hayvanlardır. Haklarında çok şey söylenmiştir. Baykuşun ötüşünü ölüm haberi veya uğursuzluk sayanlar bile olmuştur. Aslında bu tip yorumlar, uykuya dalamayan insanların kuruntusundan başka bir şey değildir. Bu veya başka hayvanların, işlerinin uğursuzluğuna inanmak, batıl, aslı olmayan şeylerdir. Hadis-i şerifte; “Baykuşlarda uğursuzluk diye bir şey yoktur. En doğru yorum, hayra yormaktır. Göz değmesi haktır ve gerçektir.” buyruldu. Esasen baykuşlar faydalı hayvanlardır. Bir peçeli baykuşun bir gecelik fare avı, on kedinin yakaladığından fazladır. Kemirgen sayısını avlayarak kontrol altında tutan atmaca gibi hayvanlardan daha çok fayda sağlar. Çoğunun beslenme listesinde, kemirgen ve diğer küçük zararlı hayvanlar başta yer alır. İki kilometrelik bir arazide baykuşlar, senede 24 bin kadar fare, kemirgen, haşere gibi zararlı hayvan avlarlar. Bir çok ülkede kanunlarla korunarak çoğaltılmaya çalışılmaktadırlar.

Özellikler

Başları büyük ve tüylüdür. Kuyrukları kısa olmakla beraber, kanatları enli ve uzundur. Bir kısmının kanat açıklığı, bir adam boyuna ulaşır.
Serçe kadar küçük olanları da vardır.
Gagaları kıvrık, pençeleri keskin kanca tırnaklı ve döner parmaklıdır. Kuvvetli pençeleri adeta avına kenetlenir.

Baykuşlar tam bir sessizlik içinde avlanır. Bütün vücudu yumuşak ve ince tüylerle kaplıdır. Tüyler, uçuş sırasında tabii bir susturucudur. Uçuş esnasında
kanatlarının “pırpır” sesi duyulmaz. İri gözleri, başlarının yanında değil önündedir. Aşırı büyüklükteki gözleri,
göz oyuğunda hareket edemez. Araba farı gibi yuvalarında sabittir. Ama baykuş boynunu 270 derecelik alan içinde rahatça çevirerek çevresini kontrol edebilir. Dişi baykuş erkeklerinden daha iri olup, 2-10 yumurta yumurtlarlar.
Kuluçka süresi 30-40 gündür.

Yumurtadan çıkan yavruların göz ve kulakları kapalıdır. Yavruların yuvada kalma süresi farklıdır.

Görme yetenekleri

"al purple” yani “mor ışık görüntüsüne” sebep olan kimyasal bir madde bulunur. Rod hücreleri, en küçük bir ışığı bile kimyasal bir sinyale çevirirler. Böylece insanın sadece bir ışık parıltısını fark ettiği yerde baykuş buradaki cismi bütün teferruatı ile görür. Bütün kuşlarda üst göz kapağı alttakine geldiği halde baykuşlarda olay tersinedir.

İşitme yetenekleri

Baykuşların görme ve işitme kabiliyetleri son derece hassastır. Çok az ışıkta avlarını yakalayabildikleri gibi, zifiri karanlıkta da işitme duyularıyla yerini tespit ederek yakalarlar.

Kulakları, en küçük hışırtıyı işitebilecek duyarlıktadır. Hassas kulaklarıyla, gecenin sessizliğinde uçan pervanenin kanat sesini veya bir
tohumun çiğnenişini, hatta tam sessizlikte düşen iğnenin sesini bile işitebilirler.

Baykuşun geniş yüzü, nispeten sert ve kavisli tüylerle kaplıdır. Tüyler bir kepçe gibi sesleri toplar ve kulağa yansıtır. Bazı baykuş cinslerinin kulak delikleri öyle büyüktür ki, başın yan tarafını tamamen kaplar. Ayrıca baykuşların başı geniştir ve kulakları diğer kuşlara göre birbirinden daha uzaktır. Böylece ses dalgası bir kulağa çarptıktan sonra diğerine gelir. Baykuş bu son derece küçük zaman aralığı içinde sesin geldiği yönü tayin eder. Baykuşların ilginç özelliklerinden biri de kulaklarının perdeli oluşudur. İstedikleri zaman açar, istediklerinde kaparlar. Dinlenme halinde ve yavaş uçuşlarında kulak perdesini açar, hızlı uçuşlarında ise kaparlar.

Akdeniz Üniversitesi Manavgat Meslek Yüksekokulu Müdürü Prof. Dr. Ali Erdoğan, yetişkin bir baykuşun gecede 6-7 fare ile beslendiğini belirterek, batıl inançları bir yana bırakıp, evlerin çevresinde baykuş beslenmesi gerektiğini söyledi.

Yuvasından geceleri çıkıp, keskin gözleri ve gelişmiş duyma yeteneğiyle avlanan yırtıcı bir kuş türü olan baykuşlar, iri gözleri ve esrarengiz halleriyle yüzyıllardır batıl inanışların da odağında oldular.

Dünyanın hemen her yerinde yaşayan ve boyu 15 ile 75 santimetre arasında değişen baykuşlarla, insanoğlu arasındaki ´´buz dağları´´ henüz erimemiş olsa da küçük memeliler ve fare gibi kemirgenlerle beslenerek yaşamını sürdüren bu kuş türü, insan yaşamına farkına varmadan da olsa büyük bir iyilik yapıyor.

Prof. Dr. Ali Erdoğan, birçok insanın uğursuzluk getirdiğine inandığı, sempatiyle yaklaşılmayan bir kuş türü olan baykuşun, insanlık için çok faydalı bir hayvan olduğuna dikkati çekti.

Erdoğan, yaptığı açıklamada, baykuşların beslenme kaynağı olan fare gibi kemirgenlerin insan sağlığına zararlı olduğunu belirterek, yetişkin bir baykuşun gecede 6-7 fare yiyerek, insan sağlığına yararlı bir işlevi üstlendiğini vurguladı. Özellikle kuş gribi vakalarının ardından çok sayıda kanatlı hayvanın telef edildiğini hatırlatan Erdoğan, şöyle konuştu: ´´Kuş gribi öncesinde özellikle kırsal kesimdeki evlerin çevresinde çok sayıda kanatlı hayvan bulunuyordu ve bu hayvanlar, akrep, örümcek gibi böcek türlerini yiyerek besleniyorlardı. Kuş gribinin ardından kanatlı hayvanların telef edilmesi, böcek türlerinin artışına neden oldu. Burada, baykuş gibi hayvanlara büyük rol düşüyor. İnsanların normalde uğursuz sayarak evlerinin yakınında istemedikleri bu kuş türünün çok büyük yararı var. Eğer insanlar evlerinin çevresinde baykuş yetiştirirlerse, o bölgede ne fare, ne yılan, ne de akrep kalır.´´

Erdoğan, yakınında baykuş öten evden cenaze çıkacağına dair bir batıl inancı da hatırlatarak, bu inancın temelinin çok eskilere dayandığını anlattı. Erdoğan, şunları söyledi:

´´Elektriğin olmadığı dönemlerde geceleri ışık en çok hasta veya sağlık müdahalesine ihtiyaç duyan kişilerin evinde olurdu. Işık da doğal olarak çevredeki haşere ve kemirgenleri buraya çeker. Geceleri avlanan bir kuş türü olan baykuş, bu evlerin çevresine gelerek, ışığa toplanan kemirgen ve haşereleri yiyerek beslenir. Baykuşun o evin çevresinde olması gayet normaldir ve evden cenaze çıktığında olay bununla ilişkilendirilmiştir. İnsanlarımız evlerinin çevresinde baykuş görüyorlarsa, orada gönül rahatlığıyla uyuyabilirler.´´

Baykuşa Dair batıl inançların bazıları

Yırtıcılar dünyasının esrarengiz kuş türü olan baykuşa ilişkin pek çok batıl inanç bulunuyor. Bunlardan bazıları şöyle:
- Gece baykuş sesi duymak, kötüye işarettir.
- Baykuş damda öterse evden cenaze çıkar.
- Baykuş ötüşü uğursuzluk getirir.
- Tilki görülünce uğur, baykuş görülünce uğursuzluk sayılır.
- Bir evin başında baykuş öterse, o evde biri ölür ya da bir yıkım olur.

Derlenmiştir

.

28 Ekim 2012 Pazar

Ravi Shankar / Shanti Mantra

SHANTI MANTRA FROM UPANISHADS (PRAVARGYA MANTRAS)
 
Peace on Earth. Peace in Space. Peace in the Heavens.
Peace in all Horizons and Directions. Peace in Fire.
Peace in the Air. Peace in the Sun. Peace in the Moon.
Peace in the Constellations. Peace in the Waters. Peace in the Plants and Herbs.
Peace in the Trees. Peace towards Cattle. Peace towards Goats.
Peace towards Horses. Peace towards Mankind. Peace in the Absolute (Brahman).
May there be Peace. Only Peace.
May that Peace be in Me, Peace Alone.
Through that Peace may I confirm Peace in myself,
And Peace in all bi-peds and quadru-peds.
May there be Peace in me, Peace alone!
 
 
 

pṛthavi śāntiḥ antarikṣa śāntiḥ dyauśśāntiḥ
diśaśśāntiḥ avāntaradiśāśśāntiḥ agniśśāntiḥ
vāyuśśāntiḥ ādityaśśāntiḥ candramāśśāntiḥ
nakṣatrāṇi śāntiḥ āpaśśāntiḥ auṣadhayaśśāntiḥ
vanaspatayaśśāntiḥ gauśśāntiḥ ajāśāntiḥ
aṣvaśśāntiḥ puruṣaśśāntiḥ brahmaṇaśśāntiḥ śāntireva
śāntiḥ śāntima astu śāntiḥ 
tayā.ahaṃ śāntyā sarvaśāntyā
mahyaṃ dvipade catuṣpade ca śāntiṃ karomi
śāntirme astu śāntiḥ 
 
 
 
Tıklayınız: Ravi Shankar

Aydınlanma, Uyanış ve Farkındalık Üzerine Kısa Bir Deneme:


-Uyanmak kademe kademe gerçekleşen bir olaydır. Ve bir çok götürüsü olur haliyle. Ancak götürüleri zaten ihtiyacımız olmayan şeylerdir..Yalnızlık kavramı ise henüz uyanmamış zihinlerin bir illuzyonudur. Kimsenin sizi anlamıyor olması yalnızlık değildir mesela. Farkındalığınız artmadan önce de sizi kimse anlamıyordu zaten, ki anlamıyorlar diye de kabahatli değildirler, zamanları gelmemiştir henüz o kadar.

-Uyanmaya başlayan insan ilk başlarda bazı hatalara düşer; uyuyanlara acımak ve başkalarını da uyandırmaya çalışmak gibi. Oysa herkesin uyanma şekli ve zamanı kendisine mahfuzdur. Bizler ancak tohumları eker ve işi zamana havale ederiz.

-Aydınlanmış zihin, olan biten her şeyin devasa ve bilinçli bir düzenin bir parçası olduğunu, evrende iyi, kötü, doğru veya yanlış diye kavramlar olmadığını anlar. Tabi ki bu noktaya gelene kadar bazı acılar çekeriz ama inanınız bana aslına bakacak olursak acı diye de bir şey de yoktur. Egomuz ve bağımlılıklarımız artı sistem ve toplum tarafından şartlandırılmışlıklarımızın oluşturduğu beklentilerimizdir bize acı zannını yaşatan..

-Kavrayış kapasitesi artan zihin evrenle bir bütün olduğunu deneyimlemeye başlar zamanla. Mesafelerin hiç önemi kalmaz. Kendinizi tek başınıza hissettiğiniz zaman etrafınıza baktığınızda tüm evrenin şekilden şekile girmiş vaziyette size eşlik ettiğini görür hale gelirsiniz.

-Sevgi kelimesinin aslında kör bir bağımlılık, Aşk kelimesinin ise saplantılı bir tutku ve her ikisinin de hormonal kaynaklı olduğunu farkedersiniz mesela. Bu iki tehlikeli duygu hali bizleri sahiplenmeye yönlendirir ki asıl facia burada başlar.

Geriye tek bir mutlak duygu kalır; kavrayışın yarattığı "Şefkat". Ve şefkat; her şeyin "bilmesek de, anlamasak da" bir sebebi olduğunu deneyimlemeye başlamış olduğumuzdan dolayıdır ki hiç bir şey için acı çekmez üzülmez ve olan biten her şeyi ayırd etmeksizin kucaklar ve hayatla uyum içerisinde akar hale gelmemizi sağlar. Bu hal insanda huzur'u oluşturur ve ardından neş'e gelir doğal olarak...


-Not:

Bu deneme yazısı bir soruya cevaben yazılmış olduğundan ağırlık noktaları alışıldık sıralamalarda değildir.

-Soru:

"Şamil Bey merhaba, uyanmakla ilgili yazınız için soruyorum, uyanmak her zaman eğlenceli mi olur, yalnızlık ve acı da getirmez mi bazen. Ben neden böyle hissediyorum?..."

-Bahsi geçen yazı:

"Uykuma yatmıştım az önce..

Telefon çaldı ansızın..

Kim arayabilir ki beni bu saatte?

Sevdiceğim'miş meğer

Sayesinde iç içe bir daha ayıldım;

Uyandım zoraki ve ansızın onun sesi ile ki hatırladım ne yaman uykuda olduğumu

"Uyanmak, sizin dışınızda binlerce konuğun sarhoş olduğu bir partide ansızın ayılmak gibidir.

Partideki tek ayık insan siz olursunuz ve çevrenizdeki herkesin sarhoş olduğunu farkedersiniz.

Bu ilk adımdır.
Bu kavrayıştır.

İçinizdeki Brahma “Pekala, ben uyandım, geri kalanıma ne olacak?” diye sorduğunda artık Maya’nın oyununu farketmiş bir haldedir.

Kavradığınız yeni gerçeği, uyanmaya çalışan başkalarıyla paylaşırsınız.

Partide iki ayık insan daha çok eğlenir.

Üç ayık insanla bu daha da iyi olur.

Kendinizle başlayın.

O zaman diğerleri de değişmeye başlayacak ve bütün bir düş gerçeğe dönüşecek, o kendinden geçmiş insanların tümü ayılacaktır."

Ve her şey kendisine varacaktır.

Evet, derin derin uyuyun ve tabi ki güzel uyuyun, lakin güzel uyanmayı da biliniz ki uyandırdıklarınız da sizin sayenizde alaca mahmurluktan sıyrılabilsinler.

Hep beraber uyanabilmenin sevinci gibi bir şeydir evrenin var olmasını sağlayan.

Şimdi tekrar uykuma dönüyorum, uyandığımda daha iyi bir dünya görmeyi hakketiğimiz inancı ile..."

ŞşErkan

.

20 Ekim 2012 Cumartesi

Eski Ve Yeni Uygarlıklarda Kurban Kavramı


Tanrılarla pazarlık yapmak ve onlara rüşvet vermek için cana kıymak üzerine oluşan kurban kavramı, insanlık tarihinin en eski ve karmaşık konularından birisidir.

Animizm ve totemizm ile de yakından iliskili olan bu kavram, tarih öncesi dönemlerden baslayıp gücünü ve etkisini günümüzde de sürdürmektedir. Bu çalısmada, tek tanrıcı ilahi dinler asamasına degin, eskiçag dönemine ait çok sayıdaki uygarlıkta, kurban kavramı ile kurban olarak kullanılan hayvanların özellikleri ele alınmıstır. Sonuçta, dinler tarihi yönünden son derece önemli olan böylesi bir konunun kökenleri ortaya konulmaya çalısılmıs ve insan hayvan iliskileri tarihsel boyutta yeniden degerlendirilmistir.

"An investigation on the sacrified animals in the ancient civilizations Summary: The word sacrifice is one of the most ancient and complicated subjects of human history.

This subject which is also closely related to animism and totemism, takes its power from the prehistoric periods and keeps its effect even today. This study has concentrated on the sacrifice concept and the characteristics of sacrified animals in so many ancient civilizations until the monotheist modern religions. In conclusion, this subject which is very important for history and religions history will be discussed and their roots will be determined by evaluating the historical level of human-animal relations."

Giriş:

-1

Çesitli kaynaklar, dilimizde yer alan “kurban” sözcügünün İbranice kökenli “korban” oldugunu (Fr./İng.; sacrifice, Al.; opfer) ve Aramice aracılıgıyla Arapça’ya oradan da dilimize geçtigini göstermektedir (11).

Kurban sözcügü, dilimizde bes anlam içermekte olup bunlar;
-dinin bir buyrugunu veya bir adağı yerine getirmek için kesilen hayvan;
-müslümanlarda kurban bayramı;
-bir ülkü ugruna feda edilen veya kendisini feda eden kimse;
-bir kaza veya felakette ölen kimse;
-bazı bölgelerde seslenme (hitap) sözü olarak sıralanabilir (1).

Bunların dısında daha sayısız kurban tanımlamaları da yapılmıstır. Genel olarak kurban;

Paleolitik çagdan bu yana, dogaüstü güçlere hos görünmek, onlardan, gelecek kötülüklere engel olmalarını istemek ve yerine getirdikleri bir istekten ötürü tesekkür etmek için gerçeklestirilmis dinsel bir tören ya da tapım geregi veya bir adagı yerine getirmek için kesilen insan ya da hayvan olarak tanımlanır (11).

-2

İbadetin önemli bir bölümünü olusturan kurban, dogaüstü alana giren kudretlerle barısıklıgı saglamak ve onların verdiklerine tesekkür ederek onlardan bir seyler istemek için sunulur. Yönelmis oldugu amaçlara göre kurban dört grupta toplanır:

1. İstenilen seyi elde etmek için sunulanlar.
2. Elde edilen seye tesekkür olarak sunulanlar.
3. Bir günahı ya da bir kusuru bagıslatmak için sunulanlar.
4. İlk ürün veya ilk avdan yüce varlıga bir hak olarak sunulanlar (19).

Kurbanın amacının, insan ve tanrı/tanrılar arasında bir hısımlık bagı kurmak oldugu ve bunun, yenilen kurbanın etinde birbirine karıstırılarak gerçeklestirildigi bildirilmektedir. Kimi arastırmacılar da kurbanın, tanrıların beslenmesi gerektigi inancından dogmus oldugunu ileri sürmüslerdir (11). İlk uygar topluluklarda topragın verimliligini arttırmak için ona içki dökülür, un serpilir ve genellikle hayvan ve bazen de insan kurban edilir. Kurban geleneginin altında yatanın da, ölüp yeniden dirilme düsüncesi olabilecegi savunulmustur (22). Hayvanların kurban olarak ilk kez hangi dönemde kullanıldıgı tam olarak belirlenememişse de eldeki yetersiz belgeler, mezar ve ölü gömme adetlerinin ilk kez izlendigi Homo Neanderthalensis’den bu yana kurban uygulamalarının devam ettigi yönündedir.(4).

Tarihte kurban konusunu ilk ele alan düsünürün Platon oldugu ve kurbanı, tanrılara sunulan bir armagan olarak niteledigi bildirilir. Ayrıca kurban türlerini, Antik Yunan’da ilk kez Theophrastus’un sınıflandırdıgı ve buna göre kurbanların övgü, sükran (tesekkür), dilek (rica) ve ölülerin ruhlarına sunulanlar olmak üzere dört kategoride toplandıgı ifade edilmektedir. Bazı bilim adamlarınca da kurban; dogaüstünün lütfunu güvence altına almak ve onun düsmanlıgını en aza indirmek için dogaüstüne sunulan özgün bir armagan olarak tanımlanır (6).

Çesitli toplumlarda ve degisik dinlerde, kurban keserek çesitli tanrılara (ilahlara), azizlere, ölü ruhlara ve meleklere ulasılmaya çalısılır (8). Kurban tüm inançlarda, kanlı ve kansız olarak iki biçimlidir. Kanlı kurbanlar, insan ve hayvan kesiminden, kimi ilkellerde görüldügü gibi vücutlarından bir parça kan akıtma gelenegine kadar çesitli biçimlerde yapılır. Kansız kurbanlar ise, çesitli yiyecek ve içecek maddelerinin adak (sungu) olarak verilmesidir. Burada, hayvanlardan elde edilen ürünlerle, bugday, arpa gibi bitkilerle, ayrıca zeytinyagına karıstırılmıs un, ekmek ve çörek gibi seyler kullanılır. Adak, tanrıya, ya her zaman malı olmak üzere ya da o an için haz vermek üzere sunulur (6, 8, 11, 19).

İlkel toplumlarda elde edilen ilk ürün ya da ilk av, dogaüstü güçlerin hakkıdır. Bu ilk ürün ve ilk avları, doğaüstü güçlerden sonra, toplumun şef ya da rahipleri tüketirler. Bazı ilkel kavimlerde, ilk hamuru herkesten önce din adamları tadar. Nitekim “hak kurbanı” adı verilen bu ilginç anlayıs, ilk dogan çocukların kurban edilmeleri gerektigi ve ilk ürünün -ileride daha da bollasması için- tanrıya ait oldugu düsüncesini dogurur. Bu uygulamada, bir seyin ilki tanrılara, atalara ya da öteki dogaüstü kudretlere sunulduktan sonra, digerleri insanlarca tüketilir.

Avcılık ve çobanlık yapan ilkel topluluklarda ise, yeni dogan ilk yavru hayvanlar veya bunların bir parçaları ile süt ve sütten yapılma yiyecekler, tanrılara ve şeflere
sunulur. Bu bir degis tokus olup “do ut des = ben veriyorum, sen de ver!” anlamına gelen bir eylem biçimidir (11, 19).

-3

Kurban sunma biçimleri de, sunulanın niteligine göre degisir. Yiyecek içecek gibi seyler mezarlara, sunaklara ya da kutsal olarak bilinen yerlere bırakılır.

Gök tanrılara verilecek kurbanlar için yüksek yerler seçilir. Yer tanrıları için topragın üstü veya içi yeglenir. Deniz tanrısı için ise en uygun yer denizdir. Kimi zaman, degerli olan bir seyin yerine geçmesi dilegiyle tanrılara, degersiz bir sey de sunulabilir. Bir öküzü kurban etmek yerine tanrılara çok daha degersiz bir bitki sunulabilir. Burada sembolik bir kurban ve bir iyi niyet söz konusudur (19).

Bazı arastırmacılar kurbanın kökenini totemik kültte (tapınımda) bulurlar (6). Bazı yayınlarda da olayın psikolojik temelleri üzerinde durulup, insandaki saldırganlık içgüdüsünün en önemli tatmin araçlarından biri olarak kurban kavramı savunulmakta ve bu içgüdünün en fazla göz aracılıgıyla tatmin olacagı, bunu daha sonra dokunma ve isitme duygularının izleyecegi bildirilmektedir (5). İnsanlık tarihinde dini düsüncenin önemli evreleri olarak kabul edilen animizm ve totemizmde, kutsal varlıklara çogunlukla hayvanların ve bazı kültürlerde de insanların kurban olarak adandıgı görülür (3, 6, 7, 11, 15, 16, 21, 23, 24).

Baslangıçta totem kurban olarak sunulmus ama totemizmden hareketle ve insanla totemin akrabalıgından giderek totem kurbanın yerini insan almıstır. Ancak, toplumsal yasamda bireyin yasamını güvence altına alan geleneklerin agır basması nedeniyle, insan kurban terk edilir ve insanın yerine çiftlik hayvanlarının kurban olarak sunulması gündeme gelir. (6). Hayvanlar genellikle ritüel bir biçimde kesilerek kurban edilirler. Bu baglamda; koyun, keçi, sıgır, at, domuz, deve, ren geyigi, ayı, horoz, tavuk, kaz vb. hayvanlar kesilerek tanrılara sunulur. Ürün alma sırasında düzenlenen sölenlerde çok sayıda sıgır ve domuz kurban etmek, tanrıları ve ataları hosnut etmenin yanı sıra, sölen sahibinin öte dünyada iyi bir yeri olmasını da saglar (8, 19).

Yazının bulunuşu, kent uygarlıgının olusumu, devlet kavramı ve teskilatının gelisimi gibi noktalar üzerinde yogunlasan Eskiçag (İlkçag) Tarihi, esas itibariyle Akdeniz kültür Çevresinde ve bu çevreye komsu bölgelerde yaklasık M.Ö. 3000 yıllarında yazı ile baslayan ve M.S. 476’da Batı Roma İmparatorlugunun yıkılısına degin süren oldukça uzun bir dönemi içermektedir.

Görüldügü gibi 3500 yıllık bir süreyle Eskiçag Tarihi, 5000 yıllık insanlık tarihinin üçte ikisinden fazla bir bölümünü kapsamaktadır. Bu tarih bünyesinde “Eskidogu” baslıgı altında Mezopotamya, Anadolu, Suriye-Filistin ve İran, “Eskibatı” baslıgı altında da Eski Hellen, Hellenizm Devri ve Roma Tarihi yer almaktadır (14).

Bu çalısmada; Eskiçag’ın çoktanrıcı (polytheist) uygarlıklarında kurban edilen hayvanlar incelenmis, kurban etme törenleri üzerinde durulmus ve tarihin en eski ve karanlık dönemlerinden baslayarak ortaçaga ve özellikle tek tanrıcı (monotheist) ilahi dinler asamasına degin, din-insan ve hayvan iliskileri aydınlatılmaya çalısılmıstır.

-4

Materyal ve Metot

Arastırmanın materyalini; din-inanç tarihi ve kurban kavramı üzerine yazılmıs Türkçe, çeviri ve yabancı dildeki yayınlar olusturmustur. Bu kaynaklardan elde edilen bilgiler, uygarlıklara göre sınıflandırılmıs ve sonuçlar insan-hayvan iliskileri yönünden degerlendirilmistir.


Bulgular

-Eski Mezopotamya Uygarlıgı

Kurban sunumu düzenli ayin ve törenlerle yapılır. Babil’de haftanın yedinci günü olan cumartesi ugursuz sayılır ve bu ugursuzluktan kaçınmak için adaklar adanıp kurbanlar kesilir. Asurlularda ise kurbanlık hayvanı kesip tanrılara sunmak gereklidir yoksa tanrılar insanın kendisini yiyeceklerdir. Asurlularda kesilen oglak ya da kuzu gibi yavru hayvanların, insanların bütün günahlarını temizleyeceklerine inanılır. Sümerlerde de kurban törenlerine büyük önem verilir.

Kurban törenleri, görkemli ve süslü tapınaklarda gerçeklestirilir. Sümerler kurban edilecek hayvanın türüne, cinsine ve rengine önem vermezler. Onlar için mühim olan kanın akıtılmasıdır. Sümer ülkesinde kurbanlar, tanrıların besini olarak degerlendirilir. Kurban edilen hayvanların etleri ya ateste kızartılır ya da tencerede pisirilir. Rahiplerin yiyecekleri ekmek de yine tapınaklarda pisirilerek hazırlanır.

Bu nedenle mutfak, tapınakların önemli bir bölümüdür. Tanrı evleri olarak adlandırılan ve birkaç yüz nüfusun yasadıgı basamaklı tapınaklarda (ziggurat), kendine yeterli bir yasam sürdürülürken; bira, sarap, süt, ekmek, hurma ve her tür etten olusan yiyecekler tanrılara yönelik günlük kurban ritüellerinde kullanılır ve din görevlileriyle tapınak sakinleri arasında paylasılır. Kurban ritüellerinde genellikle ekmek, susam sarabı, tereyagı, bal ve tuz gibi yiyecekler kutsal mekandaki tanrı heykelinin önüne konulur. Bu arada sag ayagı ve böbrekleri kızartılarak tanrıya ikram edilecek olan bir sıgır öldürülür ve törene katılanlar arasında bir ritüelle paylastırılır. Toplu tapınımlarda, hayvanların insanlar için yaratıldıkları vurgulanır. Ayrıca, koyunun insanın vekili oldugu ve bir insanın kendi yasamı için bir koyun, kendi bası yerine de bir koyun bası vermesi gerektigi vurgulanır. Mezopotamya’da bir kez 350.000’e yakın koyun ve keçi ile bunların 1/10’undan az sayıda sıgırın kurbanlık olarak tapınaklara geldigi bildirilmektedir (6, 8, 17).

Tanrılar için yapılan eksiksiz bir kurban sunumu için; arpa ile beslenmis ikiser yaslı 21 koç, sütle beslenmis 4 koyun, otla beslenmis 25 koyun, 2 boga, 1 süt danası, 8 kuzu, 60 kadar çesitli kus, 3 piliç, 7 ördek ve 4 yaban domuzu kullanılır. Tanrılar için verilen sabah yemekleri de çok zengindir. Sabah kahvaltısı için 18 koyun, bir boga ve bir süt danası; ögle yemegi için de 6 koyun ile bogalar, kuzular, yaban domuzları ve her çesit kümes hayvanları ve öküzler sunulur. Aksamları ise, 10 koyun, 10 kus ya da yalnızca 10 koyun verilir. Tapınaklarda kurban edilen bu hayvanlar, oradaki topluluk üyelerinin baslıca et kaynagını olusturur.  Buradaki hayvanların yenebilmeleri için önce kurban edilmeleri gerekmektedir.

Sümerlerde kurban edilmis insanlara da rastlanılmıstır. Sümerlerde en degerli kurban kuzudur. Ancak domuz da dahil diger hayvanlar da kurban edilirler. Bir hastanın günahlarına karsılık olarak domuz kurban edilir ve hayvanın gövdesi altı parçaya bölünerek hastanın üzerine bırakılır. Kutsal sularla yıkanan hastanın bası için domuzun bası, karnı için domuzun karnı ve diger organları içinde domuzun organları kisinin günahlarına karsılık olmak üzere cinlere sunulur (10).

Sümerlerde hayvanların karacigerleri yasamın merkezi olarak kabul edildiginden, bu organın muayene edilip incelenmesi tıpkı bir ayna gibi, sunulan kurbanı kabul eden tanrının fikir ve amacını da gösterir. Karaciger aracılıgıyla kehanette bulunabilmek için kurban olmak üzere lekesiz bir hayvan bulmak ve onu günün saatlerine göre degisen tören ve ayinlerle öldürdükten sonra karacigerini çıkarmak gerekmektedir. Tan yeri agarırken, tanrının en çok hosuna gidecek kurbanın koyun olduguna inanıldıgından, karaciger falı için özellikle koyunlar tercih edilir. Rahip, kurbanı tanrıya sunmak için tanrı heykelinin önüne bir mangal yerlestirir. Mangalın arkasındaki masanın üzerinde de, susam sarabıyla dolu dört toprak kap, üç düzine ekmek, bir miktar bal ve kaymak ile biraz da tuz bulundurur. Kahin-rahip mangalı biraz karıstırdıktan sonra koyunu tutar, niyet eder ve hayvanı keser. Kurban edilen koyunun karacigerini çıkararak bu organda bazı isaretler ya da belirtiler arar ve buldugu ipuçlarını da konuyla ilgili kitaplara bakarak degerlendirir (10).

-Eski Mısır Uygarlıgı

Özellikle Nil nehrine insan kurban edilmesi çok yaygındır. Bunun yanı sıra hayvanlar da kurban edilir. Kurban edilen hayvanlar arasında ilkel kabile dinlerinde oldugu gibi totemler bulunur. Bu baglamda tanrı Oziris adına düzenlenen kurban törenlerinde, kutsal bir boga kurban edilip on dört parçaya bölünür ve töreni izleyen insanlarca eti tüketilir. Kutsal bir boga ya da öküz seklinde betimlenen Oziris’in dirilisini sembolize etmek için yenilen boganın yerine baska bir kutsal boga konulur. Ayrıca Eski Mısır’da kurbanın, tanrıları doyurmaya yaradıgı düsünülmüs ve öyle anlasılmıstır. En büyük tanrı İsis için de önce dua edilir; sonra onun adına bir inek kurban edilir. Önceden muayene edilip kurban olarak isaretlenmis hayvanlar, kesilmek üzere tapınaga getirilince odun yıgını ateslenir. Sonra bu atese sarap dökülür ve tanrının adı çagrılarak kurban edilecek hayvan kesilir. Kurban tapınakta yakılırken orada bulunanlar feryat ederek üzüntülerini dile getirirler. Bir süre sonra da bu insanlar, kurban edilen hayvandan arta kalan etleri tüketirler. Eski Mısır’da kurban edilen kuzu ve oglagın kanı, çevreye sürülür. Sürülen bu kan, tanrının hakkı sayılır. Ayrıca yılda iki kez tanrılara domuz kurban edilir ve ancak bu günlerde domuz eti yenir. Bunun dısında kalan diger günlerde ise domuz eti yenmez (2, 3, 8, 11).

-Eski Hint Uygarlıgı

Eski Hindistan’da tanrılara sunulan kurbanlar, ölenlerin ruhlarını kurtulusa eristirir. Kurban kesilmedigi takdirde, ölenlerin korkunç devlerin arasında ıstırap içinde kalacaklarına inanılır. Hindular ve Brahmanların ise baslangıçta, ölen kisiler için kurban kestikleri ve ölülerin ancak bu yolla huzura eriseceklerini düsündükleri ortaya konulmustur. Hinduizm’de inekler; yer, gök ve havanın annesi olarak kabul edilirler. Hindistan’daki dini egilime göre, insan üç ayrı yoldan kurtulusa ulasabilir ki bunlardan biri de kurbanlardır. Kurban, Hinduizm’de çok yer tutar.

Kutsal kitap Vedaların emrettigi dini yasam kurbanlar çevresinde yogunlasmıs olup, tanrılar bile kudretlerini ancak kurbanlar sayesinde gösterirler. Evreni kurbanların yarattıgına inanılır. İnsanların tanrılarla iyi iliskiler içerisinde bulunmalarını saglayan yine kurbanlardır. Tanrılara sunulan her sey kurbandır. Bunun yansıra, yaz ve kış mevsimlerinde gün dönümleri nedeniyle, tanrılara kanlı kurbanlar da sunulmustur. Ayrıca, büyük hazırlıklar ve ritüeller gerektiren tanrı Soma adına düzenlenen törenlerde de keçi, inek gibi hayvanlar kanlı kurban olarak tanrıya sunulur. Bunlardan baska, tanrıların öfkesini yatıstırmak amacıyla sunulan kurbanlar ve özel armagan olarak sunulan kurbanlar da vardır.

Eski zamanlarda ev sahibi, bazen de esinin yardımıyla tanrılara kurbanlar takdim eder. Fakat her kurban, gittikçe zorlasan hazırlıkları gerektirmektedir. Bunun bir sonucu olarak eski devirlerde, kurban törenlerini gerçeklestirebilecek ve Vedaları okuyabilecek bir kahin sınıfı ortaya çıkar ki bunlara “Brahman” adı verilir. Brahmanlar sadece kurban törenlerini gerçeklestirmekle kalmazlar, aynı zamanda sihir ve büyü yaparak insanları ve tanrıları kontrolları altına da alırlar (15, 24). Brahmanlar, Hindistan’da hayvan kurban edebilecek biricik insanlardır. Bir dönem insanları da kurban etmislerse de bu daha sonra kaldırılmıstır (8, 12).

Hinduizm’de bes maddelik güzel davranısların basında ölenler için kurbanlar kesmek gelir. Çünkü ölenlerin kurbansız aç kalacakları düsünülür. Bundan dolayı ölüler kurbanlara gereksinim duyarlar. Hinduizm’de kurban ve bu kurbanların sunumu baslıca ibadet seklidir. Tanrılara hayvani ve bitkisel (nebati) ürünler sunulur. Bunlar arasında hayvani gıdalardan süt ve tereyagı bulunur.

Kurban edilen hayvanların etlerinin iyi kısımları tapınaklarda yakılır. Vedalardaki baslıca tanrılardan Agni ates tanrısıdır ve evrenin ruhu ve aslıdır. Kurbanları hep Agni yaktırır. Hintliler; Vedic dönemde tanrılara kurban sunmakla hem maddi hastalıklardan kurtulacaklarına hem de dünyayı düzelteceklerine inanırlar. Bir çok hayvan; inek, koyun, keçi ve at kurban olarak kesilmis ve bu hayvanların etleri törene katılanlarca yenmistir. Öküz ve kısır inek eti yiyene “ates” denir. Et bir törenle sunulur. Atalara götürülmesi için bir keçi de atese sunulur. Evlenme törenleri sırasında yenmek amacıyla kısır bir inek kesilir. Kurban olarak sunulan atların, koçların, kısır ineklerin ve bizonların etleri pisirilir; belki de kusların da eti yenir. Yazılı belgelerde bir de mezbahadan söz edilmektedir. Ancak, daha sonraki dönemlerde tanrılara hayvan kurban etme ve konuklara ikramda bulunma dısında hayvan öldürmek tümüyle yasaklanır. Etin tüketilmesi konusunda şölen ile hayvan kurban etme aynı yönde degerlendirilmistir. Bu arada yasanan yogun bir kuraklıktan sonra, hayvan kurbanı yasaklanır. Bunu izleyen evrede ise, tartısılan çesitli sosyo-ekonomik nedenlerle sıgır eti Hindistan’da yasaklanmıs ete dönüsür (8, 12).

Vedizm’de kurban tanrıların besinidir. Batılılarca anlasılması güç olmakla beraber, kurbanlar tanrıları yaratırlar. Tanrıları yarattıktan sonra onları besleyen kurbanların aracılıgı ile insanın uzun ömürlü olması, zengin olması ve erkek çocuk sahibi olması, öldükten sonra da yasamak gibi arzularını tatmine olanak verir. Bu devrede insan için kurtulus, kurban yoluyla elde edilir (3, 8).

-Eski iran Uygarlıgı

Zerdüstlük’ün kutsal kitabı “Zend-Avesta” da fiber (su aygırı) denilen bir hayvanın kurban edildigi bildirilmektedir. Yine bu kutsal kitaba göre yalvarıs, ibadet ve kurban af dilemeye yarar. Zend-Avesta’da dikkati çeken bir diger konu, tanrılara sunulacak olan kurbanların daglarda, ırmak ve göl kenarlarında 100 at, 1000 sıgır ve 10.000 koyun seklinde sunulmasının istenmesidir. Dini açıdan kan dökücü hayvanların etlerinin tüketilmesi yasaktır. Zerdüst’ten önce “deva” denilen ve kötülüklerin tanrısı Ehrimen’in yardımcısı olan seytanlara, onları yatıstırmak üzere kurbanlar kesilir. Deva’ların, kesilen kurbanlardan çıkan bugu ile beslendiklerine inanıldıgından, Zerdüst kurban kesimini ve bu baglamda sıgır eti yenmesini yasaklar. Ayrıca İran’daki Mitra inancında bütün canlı varlıkların kurban edilmis bir boganın kanından dogduguna inanıldıgından, bu inancın ritüellerinde bogaların kurban edildigi bildirilmistir (8, 24).

-Hitit Uygarlıgı

Hititlerde kurban ritüelleri, adak, kefaret ödeme, gönül alma, sükran gibi amaçlarla gerçeklestirilir. Hititler, kirli olarak kabul ettikleri köpek ve domuzu pek nadir olarak tanrılara kurban olarak sunarlar. Ülkenin ilk ürünleri, ilk meyvaları ve bir yasındaki hayvanlar, tanrıları yatıstırmak için kurban olarak sunulurlar. Tanrılara kurban edilmek için genel olarak öküz, koyun ve keçi yeglenir. Bu kurbanlıkların iyi durumda ve kusursuz olmaları istenir. Hititlerde hayvanlar, bogazları kesilerek, dolayısıyla kanları akıtılarak kurban edilirler. Hititlerde yaygın olmamakla birlikte insanların da kurban edildikleri görülür (6,8).

-Eski Çin Uygarlıgı

Mevsim degisimleri gibi belirli zamanlara özgü çesitli kutlama törenleri düzenlenen Çin’de bu törenlerde kurbanlar da kesilir. Kurban olarak daha çok lekesiz, tek renk ve kusursuz bogalar tercih edilir. Kanlı kurbanların yanı sıra kansız kurbanların da kullanıldıgı bu ülkede, insanların kurban edildigini gösteren bir tek örnege rastlanmıstır (8).

-Eski Japon Uygarlıgı

Japonya’da ibadet; dua ve besin amaçlı kurbandan olusmustur. Eskiden hayvanlar kurban edilmesine ragmen, insan kurbanı gibi bu da daha sonraları terkedilmistir. Kurbanlar bitkisel agırlıkta olup kansızdır (8, 24).

-Eski Amerika Uygarlıkları

Maya, Aztek ve İnka’larda insan kurban etmek temel uygulamadır. Özellikle Aztekler’in yılda 50.000’e yakın insanı kurban ettikleri bildirilmistir. Aztekler’de bununla beraber, köpek, hindi, ördek, geyik, tavsan ve balık da kurban olarak tüketilmistir. Maya’larda insanlar dısında az sayıda da olsa hindi ve köpekler de kurban edilir. İnkalarda ise, insan kurban etmek, gevis getiren bir hayvan olan lamanın kurban olarak sunulmaya baslamasıyla son bulmustur (6, 8, 12, 15, 16, 23).

-Fenike Uygarlıgı

Fenike dininde de çok sayıda insanın kurban edildigi görülür. İlk ürün ya da ilk çocuk, gelecek yıl ürünün daha bereketli olması için tanrılara kurban edilir. Savasa giderken de zafer kazanmak için çok sayıda çocuk tanrılara kurban olarak sunulur (2, 11).

-Eski Yunan uygarlıgı

Yakarma, sükran ve arınma kurbanları çok yaygındır. En büyük kurbanlarını tanrılar tanrısı Zeus’a adamıslardır. Hayvanları kurban etme yöntemleri inceden inceye saptanarak tapınagın duvarlarına asılmıstır. Tanrılara erkek hayvan, tanrıçalara ise disi hayvan, gök tanrılara az tüylenmis ve beyaz, yer altı (öte dünya) ve deniz tanrılarına siyah, ates tanrılarına ise kızıl/kırmızı renkli hayvanlar kurban edilir. Ayrıca Yunanlılarda; üçlü kurban (suove taurilia) ve yüzlük kurban (hekatombe) seklinde de hayvanların kurban edildikleri görülür.

Kurbanı tanrılara sunan kisinin bası çelenklidir. Kurban edilecek hayvanın ise alın kılları kesilip yakılır ve üstüne arpa ile sarap saçılarak kutsanır. Hayvanlar dua, sarkı ve dans esliginde kurban edilirler. Genellikle Eski Yunan’da ilahi bir güce sahip olan boganın kurban edilmesi çok yaygındır. Böylece boganın sahip oldugu kudretin insana geçecegine inanılır. Bunlarda domuz yenildigi gibi, kurban da edilir.

Tapınaklarda bulunan rahipler, kurbanların kesilis törenlerine baskanlık ederler. Bu sekilde takdis edilmis hayvan ya kesilir ya oldugu gibi yakılır ya da bir organından kan alınır. Buna göre kurbanlık hayvanlara uygulanan islem iki ana grupta toplanabilir. Bunlardan ilki “sphagia” adı verilen ve özellikle gece, alçak bir tas platform üzerinde tamamen yakılan, eti hiç yenmeyen ve tümüyle tanrılara sunulan kurbanlık hayvanlardır. Digeri ise, daima gündüz ve özellikle sabahleyin yüksekçe bir taş ya da taş yıgını üzerinde yakılarak kurban edilen ve etlerinin bir kısmı tanrılara sunulurken, geriye kalan belli yerleri de törene katılanlar tarafından yenilen hayvanlardır. Eski Yunan’da sayıları oldukça kabarık olan tanrı ve tanrıçalara, her biri için belirlenmis ritüellerde evcil hayvandan, yabani hayvandan, kuslardan ve hatta balıklardan kurbanlar sunulmustur. Burada kurbanı sunan kisi, yıkanarak arınır ve sunakta yanan atese sarap döküp arpa taneleri saçar. Kurbanın tüylerinden bir kısmını da bu atese atar. Bir rahip tanrıya övgüler düzer, sükranlarını sunar ve yardımlarını diler. Bazı ritüellerde hayvanın bagırsakları ayrıca pisirilerek, toplu kutlama baslamadan önce bundan tadılır.

Tanrı bu törenlerin seref konugudur. Kurban olarak sunulacak hayvanların sakat olmamasına, en iyi ve en kusursuz hayvanlar arasından seçilmesine özen gösterilir. Ayrıca, yılda bir kez bir at, tanrılara kurban edilir. Eski Yunan’da insanlar da kurban edilmis ancak, geç klasik antikitenin Yunanlıları, insan kurban etmenin her çesidini ahlaksızlık olarak görmüslerdir (2, 3, 6, 8, 11, 12, 15, 24).

-Eski Roma Uygarlıgı

Romalılarda da kurban en önemli tapım eylemidir. Özel tapımlarda kansız (bitkisel olarak ilk ürünlerin sunulması), devlet tapımındaysa kanlı (hayvanların sunulması) kurbanlar gerçeklestirilir. Kurban edilecek hayvanların sayısı, cinsi, rengi iyice belirtilir. Kurban kesilirken “favete linguis” diye bagrılarak kurban kötü etkilerden korunur. Bir yandan da flüt çalınır ve tanrı için ayrılan bölümler (karaciger, akciger, yürek) sunagın üzerinde kanlı kanlı yakılır. Roma Senatosu M.Ö. 97 yılında yasaklayana degin Roma İmparatorlugunda insanlar da kurban edilmistir. Romalılar, tanrılarının hosnutlugunu kazanmak için onlara süt, sarap ve yemisle beraber hayvanları da kurban olarak sunmuslardır.

Genellikle Romalılar özel tapınaklarda sıgır, domuz, keçi ve koyun gibi hayvanları kurban ederler. Ancak bu hayvanların beyaz olanları seçilir. Kurbanların basına tuzlu un serpildikten sonra, kafalarına indirilen yalnızca bir tek balta darbesiyle öldürülürler. Bu esnada ayakta Jüpiter’in evine dogru dönmüs olarak eller açılır ve belirli dualar okunur. Tanrıça Venüs’e ise güvercin kurban edilir. Eski Yunan’da oldugu gibi Roma’da da kurbanın eti üzerine sarap dökülerek yeme alıskanlıgı vardır. Ayrıca Roma kurban ritüelleri arasında, kurban edilen hayvanların bagırsaklarının biçiminden gelecege yönelik olarak kehanetlerde bulunmayla ilgili olanlar özellikle belirginlesmistir. Roma’da ayrıca, büyük tehlikelerin belirdigi zamanlarda “ver sacrum” adı verilen bir gelenege göre, insan ve hayvanların ilkbaharda dogan ilk yavruları tanrılara kurban edilir (2, 3, 6, 8, 11, 15, 24).

-Eski Türk Uygarlıgı

Eski Türklerin pek çogu tanrılarına kanlı ve kansız kurbanlar sunmuslardır. At, koyun, öküz, deve ve ren geyigi en çok kurbanlık olarak kullanılan hayvanlardır. Kurban edilen hayvan sayısı ölen kisinin ve ailesinin zenginligine göre 100’leri bazen de 1000’leri bulabilir. Bir kimse ölünce çadırının hemen yanında bir hayvan kurban edilir. Cenaze törenlerinde ve ölümün yıldönümlerinde tanrılara kurbanlar sunulur. Kurban edilen hayvanlar arasında en çok yer alan ölünün bindigi atıdır. Bu sekilde ölen kisi atıyla öte dünyada da yolculuk yapabilecektir. Kurban edilen ve eti yenilen hayvanlar sıklıkla baslarına vurulmak suretiyle öldürülürler. Yalnızca kurbanlık at, bogularak ve bel kemikleri kırılarak öldürülür. Hayvan ölmek üzereyken yanına bir ekmek getirilir ve kurbandan çıkan ruhun bu ekmege karıstıgına inanılır. Kendilerine sans getirecegine inandıkları bu ekmegi kurban sahibi ve yakın aile çevresi yerler ve baska kimseye vermezler.

Eski Türkler kestikleri at ve koyun kurbanlarının kafalarını sırıklara takarlar. Hasta olanlar en kıymetli hayvanlarını kurban ederler. Zengin hasta için 7, fakir hasta için ise 5 hayvan kurban edilir ve bu ugurda çok kisi servetini kaybeder. Kurbanın eti, kemikleri kırılmadan ayrılır ve kazancı adı verilen iki kisi tarafından pisirilir. Bazı Türk boyları büyük bir daga taparlar ve o daga kurban keserler. Dag ruhlarına kanlı kurban olarak kısraklar sunulur. Dini ve milli bayramlar kutlanırken koyun ve at kurban ederler. Kutlu ve mübarek olan, aslında sahibinin yaptıgı bir adak için saklanan, yünü kırkılmayan, sütü sagılmayan, yük vurulmayan ve basıbos bırakılan hayvanlardır ki bunlar “Iduk” olarak adlandırılırlar. Dokunulmaz ve kutsal hayvanlar olan Iduklar, belirli ayin ve törenlerde ruhlardan birine binek hayvanı olurlar.

Tanrıya at kurban etmek gelenegi en eski devirlerden bu yana Türkler’de vardır. Tanrıya adanan hayvanlar önce damgalanır sonra özgür bırakılırlar. Bu hayvanlara (atlara) kimse binmez ve dokunmaz. Bu tip atlara “tögünlüg at” denilir. Bir inancın sarsıldıgı ya da atı feda etmeye kıyamadıkları zamanlarda atın kuyrugunu kesmekle yetinirler. Türklerde ayrıca horozlar da kurbanlık hayvan olarak tanrılara sunulurlar. Düz beyaz horozların kurban edildikleri tanrı, ev tanrısıdır ve yeni yapılan evlerin odalarında bulunur. Bu tanrıyı memnun etmek ve evin, içinde oturacaklara ugurlu gelmesi için horoz kurban edilmesi yoluna gidilir. Eski Türklerin insanları kurban etmedikleri bildirilmektedir (2, 8, 11, 13, 15, 18).

-Diger Uygarlıklar

Bu uygarlıklar dısında kalan bir çok toplulukta kurban fenomeniyle ilgili degisik motifler saptanmıstır (9).

Eski Cermen kavimlerinde bir takım kutsal hayvanlar bazı tanrılara, at ile karga ise tanrı Odin’e adanmıstır. Böylece tanrılara hem insanlar hem de hayvanlar kurban edilmektedir.

Keltlerde ise, insanlar dısında genellikle beyaz renkte bogaların kurban edildigi ve at etinin tüketildigi bildirilmektedir. Keltlerde boga, karga ve ayı gibi totemler de vardır.

Tötonlarda ise orman tanrısına yaban domuzu kurban edilerek, tanrının memnuniyeti saglanmaya çalısılır. Ayrıca Slavlarda, yıldırım, ates, hayvan ve gök tanrıları vardır. Halk bu tanrılara tapar ve bunlar için kurbanlar keser ve kurbanların kanlarını çevreye bulastırır. Bu toplumda rahipler daha iyi kehanetlerde bulunabilmek için, kurban edilmis öküz ve koyunların kanlarının tadına bakar. ( 2, 3, 8, 15).

-Tartısma ve Sonuç

Tarih öncesi dönemde basladıgı sanılan kurban geleneginin, günümüzde de etkilerini sürdüren ve sürdürecek olan temel bir ritüel oldugu görülmektedir (3, 4, 6, 7, 8, 9, 12, 15, 16, 20, 21, 22, 23, 24) . Eskiçag uygarlıklarına genel olarak bakıldıgında kurbana yönelik olarak gerçeklestirilen ritüellerin bir çok toplumda ortak noktalar tasıdıgı izlenimi edinilmistir. Bu durumun kültürler arası etkilesim yoluyla açıklanabilecegi düsünülmektedir.

Kurban edilecek hayvanların çogunlukla büyük ve küçük ruminantlar arasından seçildigi, bunların dısında kalan at, köpek ve domuz gibi hayvanların ise daha az sayıda kurban olarak sunuldugu belirlenmistir. Toplumlarda hayvanların kurban edilmelerinde izlenen yöntemlerin de çogunlukla birbirine benzer oldugu görülmektedir. Genel olarak hayvanlar kesilip kanları akıtılarak kurban edilmektedirler. Bunun dısında kalan hayvanlar, balta ile kafasına vurularak, kemikleri kırılarak ya da yakılarak kurban edilmektedir. Ancak bunlar kesilip kan akıtılarak kesilme yöntemine göre çok daha az tercih edilmektedir (6, 8, 9, 10, 11, 12, 13, 16, 17, 18, 20, 22, 23, 24)

Belirli hayvanların kurban olarak seçilmelerinde en önemli faktörün bu hayvanların üstlendikleri mitolojik rollere baglı oldugu kanısına varılmıstır. Buna ek olarak kurban edilmek üzere seçilen hayvanların ekonomik yönlerinin, diger türlere göre daha önemli oldugu düsünülmektedir.

Gerek uygulamalar gerekse seçilen kurbanlık hayvanlar ve gerçeklestirilen ritüeller göz önüne alındıgında; tek tanrıcı ilahi dinlerdeki kurban geleneginin, eskiçag uygarlıklarındaki kurban geleneginden köken aldıgı, bir yerde bunun bir devamı oldugu ve bu motiflerden son derece etkilendigi sonucuna varılmıstır.

Kurban geleneginin çok tanrıcı dinlerdeki önemini ve yaygınlıgını ortaya koymayı amaçlayan bu çalısmanın, tek tanrıcı ilahi dinlerdeki kurban kavramını irdeleyen tarihi arastırmalarıyla desteklenmesinin son derece olumlu olacagı düsünülmektedir.

Altan ARMUTAK

Kaynaklar

1. Anonim: Türk Dil Kurumu Sözlügü. Türk Dil Kurumu Yayınları. Sayı: 403, Ankara, 1974; 523.
2. Canan, M. Z.: Ansiklopedik Din ve İnanç Sözlügü. Fatih Gençlik Vakfı Matbaası, İstanbul, 1983; 2-127.
3. Challaye, F.: Dinler Tarihi (Çev. Samih Tiryakioglu). Varlık Yayınları İstanbul, 1960; 5-117.12
4. Childe, G.: Tarihte Neler Oldu (Çev. Mete Tunçay-Alaeddin Senel). Alan Yayıncılık, İstanbul, 1985; 11-188.
5. Daryal,A.M.: Kurban Kesmenin Psikolojik Temelleri. Dogus Matbaası, İstanbul, 1980, 11-152.
6. Erginer,G.: Kurban. Kurbanın Kökenleri ve Anadolu’da Kanlı Kurban Ritüelleri. Yapı ve Kredi Yayınları, İstanbul, 1997; 15-85.
7. Esinoglu,B.: Dinlerin Gizemi (Kurban-Yaratılıs-Tufan Efsaneleri). Ceylan Yayınları, İstanbul, 1996; 32-44.
8. Feyizli, T.: İslamda ve Diger İnanç Sistemlerinde Oruç-Kurban. Ögretmen Yazarlar Dizisi. Milli Egitim Bakanlıgı Basımevi, İstanbul, 1993; 61-91.
9. Frazer, J. G.: Altın Dal. II. Cilt. (Çev. Mehmet H. Dogan) Payel Yayınevi, İstanbul, 1992; 9-367.
10. Günaltay, M. S.: Türk Tarihinin İlk Devirlerinden I . Yakın Sark – Elam ve Mezopotamya. Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1987; VI + 607.
11. Hançerlioglu, O.: İnanç Sözlügü. Remzi Kitabevi, İstanbul, 1975; 1-861.
12. Harris, M.: Yamyamlar ve Krallar (Çev. Fatih Gümüs). İmge Yayınevi, Ankara, 1994; 147-228.
13. İnan, A.: Eski Türk Dini Tarihi. T.C. Kültür Bakanlıgı Kültür Servisi No: 9 Devlet Kitapları, Milli Egitim Bakanlıgı Basımevi, İstanbul, 1976; 1-129.
14. İplikçioglu, B.: Eskiçag Tarihinin Ana Hatları I. Marmara Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları No :486, 1990; 9-125.
15. Kahraman, A.: Dinler Tarihi. 5. Baskı. Marifet Yayınları, İstanbul, 1984; 13-98.
16. Krickeberg, W.: Azteklerin ve Mayaların Dinleri. (Çev. Alev Kırım). Okyanus Yayınları, İstanbul, 1998; 14-158.
17. Maisels, C.K.: Uygarlıgın Dogusu. (Çev. Alaeddin Senel). İmge Kitabevi, Ankara, 1999; 307.
18. Orkun, H.N.: Eski Türklerde Evcil Hayvanların Tarihçesi. Yeni Matbaa, Ankara, 1954; 1-43.
19. Örnek, S.V.: 100 Soruda İlkellerde Din, Büyü, Sanat, Efsane. Gerçek Yayınevi, İstanbul, 1989; 1-231.
20. Roux, J.P.: Türklerin ve Mogolların Eski Dini (Çev. Aykut Kazancıgil). İsaret Yayınları, İstanbul, 1994; 131-236.
21. Shapire, H.L.: Man, Culture and Society. Galaxy Book, Newyork-Oxfort University Press, U.S.A, 1965; 1-368.
22. Senel, A.: İlkel Topluluktan Uygar Topluma. Birey ve Toplum Yayınları, Ankara, 1988; 219-220.
23. Trimborn, H.: İnkaların Dini. (Çev. Alev Kırım). Okyanus Yayınları, İstanbul, 1999; 10-127.
24. Tümer, G., Küçük, A.: Dinler Tarihi. Ocak Yayınları, Ankara, 1988; 13-105.

.